Samipaşazade Sezai ve Küçük Şeyler
Hepimiz Samipaşazade Sezai’nin (1860-1936) namını duymuşuzdur. İstanbullu edebiyatçı ders kitaplarında sıkça boy gösterir. Babası Abdurrahman Sami Paşa’nın konağında iyi bir tahsil gören sanatkâr Tanzimat’ın ikinci yarısının genç ve kabiliyetli azalarındandır. Realizmin etkisinde olmasına rağmen eserlerinde tesadüfî unsurlar da bulunmaktadır. Yeni yeni Batı Edebiyatıyla tanışan bir milletin ferdi olarak bu konuda muasırlarını geçmiş olmasına rağmen realizmi tam olarak sindirememiştir.
Sergüzeşt isimli romanı romantizmden realizme geçişte bir köprü vazifesi görmüştür. Şîr, Rumuz’ul-Edeb, İclâl gibi eserleri olan sanatçının en ehemiyetli eserlerinden biri batılı manadaki ilk hikâyelerden olan ‘Küçük Şeyler’ isimli kitabıdır. Nispeten ince olan bu eserde ismi gibi güzel 6 hikâye yer alır. İlk hikâye ‘ Bu Büyük Adam Kimdir’ son hikâye ise ‘Pandomima’dır. Edebi manada en değerli olanlar ise ‘ Pandomima’ ve ‘ Düğün’ isimli eserlerdir. Özellikle ‘Düğün’ iki bölümden oluşması ile dikkatleri celb eder. Kitaptaki en önemli karakterler Paskal, Eftalya ve Dilistan isimli karakterlerdir. Kahramanların bazıları tip bazıları ise karakter özelliği gösterir. Hikâyelerin en önemli özelliklerinden biri de halkın içinden insanları anlatmasıdır. Kahramanların başından geçen günlük hadiseler dikkat çekici (bazen espirili) bir dille anlatılmıştır. Bunun yanında kahramanların bazıları yerli bazıları yabancıdır. Hadiselerin çoğunluğu trajikomik vakalardır. Asârın bazıları durum bazıları vaka hikâyesi özelliği gösterir. Dikkat çeken başka bir husus da ruh çözümlemelerinin ve betimlemelerin iyi bir şekilde aktarılmasıdır. Umumi olarak konuşmalar diğer kısımlara nazaran daha sadedir.
Gerek kahramanların özellikleri, gerek vakaların muhtevası tam manasıyla dönemin doğu-batı ikilemi içerisinde kalmış insanların haysiyet ve özenti arasında çalkalanışlarını inceden hissettirmektedir. Bu husus ehemiyetlidir. Zira hem dönemin derdini dile getirmiş hem de daima işlenen bu konuyu direk vermeyerek dönem okuyucularını bir taraftan kitaba ısındırmış bir taraftan da uyarmıştır. Lakin hikâyelerden de anlaşılacağı üzere müellifin (yazarın) kendisi de aynı halet-i ruhiye içerisindedir. Belki de bundandır ki hikâyeler umumi olarak acı sonla bitmektedir. Ama bu bitişler zihinlerde derin bir iz bırakmaktadır.
Yani bir bakıma eser müellifin kendi fikir sancılarını, ruhi çalkantılarını başka kahramanlarının sırtına yükleyerek farklı ahval etrafında anlatmasından neş’et etmiş gibi görünmektedir. Dönemin sanatkârlarının çoğunda bu durum böyledir. Lakin buradaki fark dönem hakkında bilgi maliki olmayan insanların bu özelliği kolay kolay fark edemeyecek olmasıdır.
KISA KISA ÖZETLER
‘Bu Büyük Adam Kimdir’ adlı hikâyede mektepteki Fransızca kitabının etkisinde kalan kahramanın sokakta gördüğü saçı-sakalı birbirine karışmış yaşlı adamı bilgili ve ehemiyetli bir zat olarak hayal eder. Ona göre bu büyük adam hayatın her türlü zorluğunu aşmış batılı ünlü isimlerin bir aksidir. Lakin tesadüfen çıkan bir kavga sonucu bir esnaftan o adamın işsiz-güçsüz, okuma-yazması olmayan cahil biri olduğunu öğrenir.
Bu hikâye bir çok açıdan değerlendirilebilir. Lakin ilk olarak belli başlı düşünceler ve çıkarımlar husule getirir. Bunlarda ilki dönemin münevver (aydın) kesiminin köklerinden kopmaya başlamış, kendini boşlukta hisseden, milletini ve kendini küçümseyerek salaş tipli batılı insanların özlemini hissedişinin ve bu hayallerin trajikomik bir şekilde yıkılmaya mahkûm olduğunu anlatmasıdır.
İkincisi günlük hayatta da ilginç vakaların yaşanabileceğinin söylemesidir.
Üçüncüsü dış görünüşün karakter için yeterli bir delil olmadığını, bazen adeta aşık olduğumuz şeylerin süslü bir ambalaja sahip boş bir kutu çıkabileceğini öğretmesidir.
‘Hiç’ adlı ikinci hikâyede içine kapanık bir gencin bindiği bir vapurda gençliğin de heyecanı ile kendisine gülümseyen bir kızdan etkilenişi anlatılmaktadır. Genç kızın gülümseyişi ile aşk hayallerine dalan delikanlı bir gün yakından gördüğü kızcağızın üst dudağının alt dudağından kısa olduğu için herkese gülümsüyormuş gibi göründüğünü öğrenir ve bu hareketin kendisine özel olmadığını anladığı için hayalleri suya düşer.
Kitabın en dikkat çekici hikâyelerinden biri de ‘Kediler’ ismini taşır. Bu hikâyede 33 senelik karısının kedileri kendisine tercih etmesi sonucu sinirlenip evden ayrılan lakin gidecek yeri olmadığı için eve dönmek zorunda kalan yaşlı adamın dramı anlatılır. Eve dönen adam yalnızlığından ve çaresizliğinden dem vurarak yatağına uzanıp hüngür hüngür ağlarken çeyrek asır emek verdiği karısı kapıyı açıp ‘ O kadar bağırarak ağlama kedilerimi korkutacaksın.’der ve hikâye yürek yakan bu nükteyle biter.
‘Düğün’ isimli hikâye diğerlerinden farklı olarak iki kısımdan oluşur. Ve evliliğin zorlukları, bazı adetler ve genç bir kızın hüznü anlatılır.
‘İki Yüz Elli Kuruşa Bir Asır’ adlı hikâyede tabiatın ve ağaçların öneminden-güzelliğinden bahsedilir. Lakin hikayenin sonunda insanoğlu para için bir çok hayvana yuva, hatıraya mekan, güzelliğe mesken olan asırlık ağaçların iki yüz elli kuruşa kesilmesine göz yummaktadır.
Son hikâye olan ‘Pandomima’da ise anlatım ve betimlemeler harikadır fakat hadise karikatür, tablo ve kitaplarda da sıkça işlenen; insanları güldürmesine rağmen içten içe ağlayan bir komedyenin ruhi fırtınalarını, kalbi ile yüzü arasındaki tezadı anlatmaktadır.
Bizden bu kadar. Muhabbetlerimizle…