Prof. Dr. Vejdi Bilgin ile Söyleşi

27.07.2021
1.726
A+
A-
Prof. Dr. Vejdi Bilgin ile Söyleşi

Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Öncelikle sizi tanımak istiyoruz. Vejdi Bilgin kimdir?

1971 yılında Bulgaristan’da doğdum. 1977 yılında Türkiye’ye göç ettik. 1994’te Samsun’da İlahiyat Fakültesi’ni bitirdim, 1996’da yüksek lisansımı, 2001’de doktoramı tamamladım. 1998’den bu yana Bursa’da İlahiyat Fakültesi’nde görev yapıyorum. Uzmanlık alanım din sosyolojisidir. Özellikle İslam sosyolojisi, tarihsel din sosyolojisi, popüler kültür üzerinde çalıştım. Akademik çalışmalarımın yanında şiir ve belge-roman tarzında kitaplarım yayınlandı.

Marş ve ezgiler merkezli bir çalışmanız var:  “Adım Müslüman.” Sizi bu çalışmaya yönelten sebepler nelerdi?

Popüler kültür günümüz sosyolojisinin önemli araştırma konularından biri. Popüler kültüre özellikle Marksist sosyologlar tarafından ideolojik bir işlev yükleniyor. Ayrıca elitist bazı sanatçılar ve düşünürler tarafından medeniyetin yıkıcısı olarak görülüyor. Bunun yanında Herbert Gans gibi sosyologlar beğeni kültürü çatısı altında popüler kültürü daha tarafsız bir şekilde yorumlamaya çalışıyorlar. Yüksek lisans çalışmamda kısmen popüler kültüre de yer vermiştim. Doktora sonrasında Türkiye’deki dinî içerikli popüler kültürle ilgili bir makale kaleme aldım. Popüler kültürün dindar çevredeki yansımalarının incelenmesi gerektiğini düşünüyordum. Tabii, ilginç bir şekilde Marksistler ve elitistler gibi muhafazakar sanatçılar da popüler kültüre karşıtlıkta birleşiyorlar. Oysa bu marş ve ezgilerin güçlü bir edebi alt yapısı söz konusu. Başta Mehmet Akif ve Necip Fazıl olmak üzere Sezai Karakoç, Erdem Beyazıt, Abdurrahim Karakoç, Akif İnan gibi şairlerden besleniyorlar. Genelde bu durum ihmal ediliyor. Açıkçası bu bağlantıyı ben de geç idrak ettim. Dolayısıyla söylem düzeyinde ön yargılarla bakılan bu marş ve ezgilere biraz daha analitik bakmanın gerektiğin düşündüm ve “Adım Müslüman” isimli kitabım ortaya çıktı.

İlk ezgilerde hâkim tema ne olmuştur? Örneklerle açıklayabilir misiniz?

İlk ezgilerde çok çeşitli temaların olduğunu söylemek gerekir. Bunların bir kısmı salt dini temalar, bir kısmı zulümle ilgili temalar, bir kısmı ise tabiat ve şehirle ilgili temalardır. En yoğun olarak işlenen tema zulüm ve baskıdır. Zulüm, zalim ve mazlum ezgilerde sık sık yer alır. Haliyle buna bağlı olarak kıyam, cihat, şehitlik temalarını görürüz. Bunlar zulme karşı konumlandırılan dini temalardır. Yine zulümle alakalı olarak sık sık sabah, aydınlık, bahar metaforları kullanılır. Malumunuz Arapçada “zulüm” ve “zalâm” yani karanlık aynı kökten gelir. Zulmün kendisi bizzat karanlıktır, karanlıktan yani zulümden kurtuluş da sabah veya aydınlık olarak görülür. Abdurrahim Karakoç’un dizeleri bunu anlatır: “Vurulup ömrünün ilkbaharında/ Kanından çiçekler açar yarında/ Cümle şehitlerin omuzlarında/ Bir sabah gelecek kardan aydınlık.”

Ezgilerde salt dini tema olarak Allah’ın varlığı ve birliğini, Hz. Peygamber’i görürüz. Ancak bu temaların işlenişi de geleneksel olandan farklıdır. Örneğin kelime-i tevhid zulme karşı başkaldırının bir parolasıdır. Hz. Muhammed peygamber olmanın yanında bir önderdir. Ayrıca ezgilerde dağ, tabiat, şehir ve uygarlık temaları üzerinde durulur.  İçinde yaşadığımız dünya bir taş ve makine uygarlığı olarak kötülenir, şehre olumsuz bakılır, dağ yüceltilir, tabiata dönüş çağrısı yapılır. Merhum Akif İnan’ın marş olarak da bestelenen dizeleri bu anlayışı yansıtır: “Her eylem yeniden diriltir beni/ Nehirler düşlerim göl kenarında/ Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin/ Doğayı çarptıran konumlarına…/ Dönüştür ey kalbim bahçeli eve/ Anlamı ezen o makinaları.”

Yeşil pop gibi isimlendirmeler yapılmış. İlk etapta mahalleden insanların bile eleştirilerine maruz kalmış. Ezgi, marş müziği yapanların bu isimlendirmelere karşı tavrı ve bakış açısı ne olmuştur? Bu müziğe bir isim vermek gerekirse bu isim ne olmalıdır?

Marş ve ezgiler hem içeriden hem de dışarıdan çeşitli yaftalamalara maruz kaldılar. Bunlara yaftalama diyorum, eleştiri diyemiyorum, çünkü eleştiri konu hakkında ciddi manada araştırma yapmayı gerektirir. Marş ve ezgiler ise üzerinde araştırma yapmaya gerek duyulmayacak kadar basit görülüyordu. Dışarıdan bakanlar marşları kaba ideolojik araçlar olarak gördüler. İçeriden bakanların görüşleri ise farklı farklıydı. Bir kısmı müziği haram olarak kabul ettikleri için çeşitli enstrümanların kullanılmasını uygun bulmadılar. Türk musikisi ile uğraşan, dolayısıyla müziği haram olarak görmeyen kişiler ise form olarak marş ve ezgileri köksüz, geleneksiz, türedi basit ürünler gibi algıladılar. Hatta üniversitede öğretim görevlisi olan bir kişi marş ve ezgilere “işkence” dedi. Bunun çok sübjektif bir bakış açısı olduğu açıktır. Biraz sanat felsefesi ile uğraşan herkes sanatsal akımların ve ürünlerin birbiri ile mukayese edilmeyeceğini veya bir anlayış ile diğer anlayışın değerlendirilmeyeceğini bilir. Nitekim popüler anlamda klasik batı müziği de bizim toplumumuzda hep bir işkence olarak görülmemiş midir?

Tabi marş ve ezgiler bizim toplumumuzda var olan bütün müzik türlerinden farklıdır. Bunlar ne Türk musikisidir, ne halk müziğidir, ne pop müziktir, hatta ne de yeni ortaya çıkan özgün müziktir. İlk icracılar, ilk bant tiyatrolarında ve ilk müstakil marş albümü olan Gün Batıdan Doğmadan’da tamamen kendilerine mahsus ürünler verdiler. Bunların bir kısmı zaman içerisinde popa evrildi, bir kısmı ilahi formuna döndü. Yeni ortaya çıktığı için hepsinin çok başarılı ürünler olduğunu söyleyemeyiz, ancak hala insanların mırıldandığı bazı melodiler var. Müzikte başarı da esas olarak bu değil midir? Yani bir müzik ürünün çok başarılı olması bestecinin aldığı yoğun müzik eğitimi, bestesinin karmaşıklığı ve icrasının zorluğu ile mi ölçülür? Bugün hala Türk musikisi veya ilahi besteleri yapılıyor. Bunların az bir kısmını beğeniyoruz. Aynı şekilde yeni ortaya çıkan bir türde de az sayıda başarılı ürün olması olağandır.

Ezgi ve marşların hep müzikalite açısından yaftalanması ise ayrı bir problemdir. Dediğim gibi, bu, yeterince araştırma yapılmamasından kaynaklanıyor. Ezgi ve marşlar bir ideolojinin ve edebi akımın, yani İslamcılığın ve İslamcı şiirin müziğe dökülmüş biçimidir. Osmanlı’nın son döneminde başlayan ve daha sonra ülkemizde daha çok şairlerle devam eden bir anlayışı devam ettirir bu marşlar. Burada müzik bir amaç değil, araçtır. Bu yüzden marş ve ezgilere sosyolojik açıdan protest dini müzik denilmesi daha uygundur. Ben önceleri popüler dini müzik kavramını tercih ediyordum ancak protestliğin popülerliğin önüne geçtiği kanaatine vardım. Nitekim benim kitabımdan önce başka araştırmacılar da protest dini müzik demişlerdi. “Yeşil pop” bu müziği beste ve güfte olarak ifade etmekten oldukça uzak ve icracılar da bu kavramı kabul etmiyorlar. Örneğin Ömer Karaoğlu kendi çalışmalarını özgün müzik olarak nitelendiriyor.

Aykut Kuşkaya’ya kadar sanırım aşk, sevda gibi temalar işlenmemiş. Daha çok mücadele, dava, sabır gibi ideolojik temellere dayanan meseleler var. Fakat biz diğer ideolojik müzik türlerinde mücadelenin yanında aşk, sevda gibi temaları da gördük. İslamcıların bu temaya çok yer vermemesini hangi sebeplere bağlıyorsunuz?

Aşk ve sevda protest dini müziğin başından beri var. Fakat bu Allah aşkı, Peygamber aşkı ve İslam sevdası olarak yer alıyor. Bilinen anlamda beşeri bir aşk ve sevda söz konusu değil tabi. Sevda burada İslam davası olarak karşımıza çıkıyor. Çok bilinen bir ezgide şöyle denir: “Sevda dedim terk etmek/ Ana, baba, kardeşi/ Eşi, dostu, arkadaşı/ Yâri, yareni/ Sevda dedim, bilir misin/ Vazgeçmek maldan mülkten/ Sevda dedim, öyle değil/ Değişmek dipten, kökten.” İslam davasının ayrı ayrı öğeleri de birer sevdadır. Mesela Kudüs’ten bir sevda olarak bahsedilir.

Burada bir insana olan aşkın işlenmemesi anlaşılabilir bir durumdur. Genelde aşk henüz evlilik gerçekleşmeden yaşanır ki, İslamcı anlayış böyle bir duygunun varlığını reddetmese bile doğru bulmaz, hele ifşasına tamamen karşıdır. Ayrıca insanların ömürlerini para, makam, karşıt cins peşinde koşarak heder ettiklerini iddia eder ve kendisine bir uyarı görevi biçer. Zaten protest dini müzik insanlara empoze edilen popüler düşünce ve hayat tarzına karşı olarak vardır. Bir kadının aşkını nasıl işleyebilir? Ancak bir taraftan bu müziğin daha geniş kitlelere hitap etme hedefi, diğer taraftan özellikle 28 Şubat sürecindeki yaptırımlar belirli bir değişime neden oldu. Yine sevda ve aşk vardı ama bu temaların kime yöneldiği belirsizleşmişti. Ezgileri dinleyen her bir kişi aşk ve sevda dendiğinde içinden geçeni anlamaya başladı. Tabi 90’ların sonlarına doğru cihat, kıyam, şehadet gibi kavramlar çok azaldı, sevda ve aşk temaları arttı. Eşref Ziya Terzi 28 Şubat sürecinde güftelerde “cihat” yerine “sevda” demek zorunda kaldıklarını, radyolarda eski marşları çalamadıklarını söyler.

Gençlik yıllarınızda bu müzik türünün etkisine şahit olmuşsunuzdur. Nasıl bir etkisi oldu o dönemin toplumunda?

İçinde marşların yer aldığı ilk bant tiyatroları 1986’da çıktı. İlk çalışma Mute Destanı’dır. 1987’de de ilk müstakil marş albümü Gün Batıdan Doğmadan piyasaya sürüldü. Ben o yıllarda lise öğrencisiydim, çevremde bu albümleri merakla bekleyen, takip eden insanlar vardı. Ancak daha sonraki yıllarda marşların herkes tarafından dinlenmediğini anladım. Örneğin müziğin haram olduğunu düşünen dinî gruplar dinlemiyorlardı. Büyük dinî gruplar da bu marşlara karşı mesafeliydiler. Kimler dinliyordu derseniz, daha çok Milli Görüş çevresi, belirli bir dinî gruba bağlı olmayan, daha çok radikal olarak bilinen gençler ve İmam Hatip gençliği sayılabilir. Parti mitinglerinde, bir konferans düzenlendiğinde, hatta düğünlerde bile marşları dinlemek mümkündü. Bazı İmam Hatip hocaları dinî musiki dersinde öğrencilere bu marşları öğretiyorlardı. Tabi özel radyo istasyonları kurulduğu zaman marş ve ezgiler bol bol kullanıldı. Bütün topluma etki etmedi, toplumun çoğunluğu bu müzikten habersizdi, bütün dinî gruplar da dinlemedi ama dolaylı veya doğrudan, marş ve ezgiler dinî grup mensuplarını bir şekilde etkiledi.

Şu an bu müzik türünün durumunu nasıl görüyorsunuz? Sizce bitti mi? Geleceğine dair öngörüleriniz nelerdir?

Evet, protest dini müziğin bittiği şeklinde bir düşünce var. Niye böyle bir iddiada bulunuluyor? Her şeyden önce 1970-1990 kuşağı popüler müzikleri dinlemiyor, kendilerini popüler kültürden özellikle uzak tutuyor ve bir alternatif kamu oluşturmak istiyorlardı.  Şu anda popüler kültüre önemli ölçüde eklemlenme söz konusu; dindar insanlar hemen her tür müziği dinliyor, hatta konserlerine gidiyorlar. İkinci olarak hem yerel hem de küresel düzeyde yaşanan sıkıntılar protest dinî müzikle ifade ediliyordu. Örneğin ülke içinde ciddi bir başörtüsü problemi vardı; ülke dışında ise Afganistan’da, Filistin’de, Bosna’da, Çeçenistan’da savaşlar ve işgaller söz konusuydu. Protest kültür muhalif olmaktan beslenir. Ülkemizde Milli Görüş geleneğinden gelen bir kadro uzun süredir iktidarda; yakın dönemin en önemli problemi olarak görülen kamusal alandaki başörtü meselesi çözüldü. Bazı konularda eksiklikler ve hatalı politikalar olsa bile iktidarda iseniz eleştiremezsiniz. O yüzden protest kültürün 1990’lardaki gibi olması beklenemez. Ancak ben protest müziğin bittiği veya biteceği kanaatinde değilim; çünkü dünya üzerinde Müslümanlar hala ciddi sıkıntılar içerisinde ve bunlar yakın zamanda sona erecek gibi görünmüyor. Dolayısıyla protest müzik de var olmaya devam edecektir. Ancak müzik formu olarak değişecektir, nitekim dünyadaki popüler müzik anlayışlarına bağlı olarak rap gibi yeni formlarla eserlerin üretildiğini görüyoruz.

Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

Marş ve ezgiler üzerinde genelde yüksek lisans düzeyinde epey akademik çalışma yapıldı. Ancak konunun tarihsel-toplumsal ve edebi boyutunun ihmal edildiği kanaatindeyim. Bu eserlere müzik geleneği olmayan heyecanlı bazı gençlerin çalışmaları olarak bakmak veya marjinal bir tür olarak görmek konuyu anlamayı engelliyor. Şehit Türküsü gibi kalıcı olmaya aday bazı eserler müzikalite açısından nitelikli ürünlerin ortaya çıktığını gösteriyor. Bu güfte ve bestelerle yetişmiş bir neslin şimdi önemli kademelerde politika veya idarecilik yapması da marjinallik iddiasını yalanlıyor. Dolayısıyla protest müzik değişik formlarla da olsa hem de dindar insanın hayatında yer alacak hem de araştırmacıların dikkatini çekecek gibi görünüyor.

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.