Şiir’e Ne Oldu?
***(Şiir’e Ne Oldu? başlığıyla her Cuma yayınlayacağım serinin girizgah yazısıdır)***
Şiir’e Ne Oldu?
Şiire ne oluyor, nereye evriliyor, şiir bitti mi gibi sorular sanatla hemhal olunan her dönemde şairin ve okurun aklından bir an bile olsa geçmiş sorulardır. Gerçi bunu bilinçli bir şair iyi bir okur için söylemiyorum. Çünkü biliyorum ki bilinçli bir şair, sanatın onlara nereden, nasıl, hangi biçimde geldiğini bilir, dönemi içinde ya onu devam ettirir ya da bilerek yahut bilmeyerek yolunu çizer, yön verir. Okur ise yalnız döneminin okuru değildir. Burada okur kelimesinin zihnimizde karşılık bulan anlamını tekrar gözden geçirmek gerekir. Okur nedir? Neleri, nasıl ve ne için okur? Peter Bichsel, “okumanın bizim edebiyat dediğimiz şeylerle çok az bağıntısı olduğu kanısındayım” der. Okuru bir bağımlı olarak niteler fakat tek bir alana yeminli olmayan bir bağımlı. Benim sözünü ettiğim okur tanımı Bischel’ın tanımından oldukça uzaktır. Çünkü ben, en azından bu yazı özelinde okur kelimesini, edebiyatla ve daha da özel olarak şiir ve şiir bilgisi, şiir tarihi gibi alanların okurlarını kastederek kullanacağım.
Yani iyi bir okur da şair gibi, şiiri herhangi bir dönem metası olarak görmez. Evvel dönem şiirini okumuş, belki anlamlandırma ve çalışmalar yapmak adına da üzerine yoğunlaşmıştır. Bahse konu olan okur, şiirin günümüzdeki halini ve şeklini görüp günümüz şiirinin nereden, neler vesilesiyle evrilerek bu hale geldiğini merak eden, sorgulayan ve araştırandır. Şiirin her dönemdeki halini ve şeklini, şekil değişikliklerine neyin sebep olduğunu bilir ve kendi içinde sorgular: Şiire ne olacak?
Çok da uzağa gitmeden hemen yanımızdan, yakınımızdan bir örnekle bu konuyu pekiştirmek istiyorum. Türk şiir tarihinde en köklü değişikliklerinin yaşanmasına doğrudan katkı sağlamış olan Tanzimat döneminde, şiirde ikilikler çıkmaya başlamıştır. Klasik, aruz ölçülü, söz ve anlam sanatları yönünden zengin, anlam ve biçim yönünden ise yeniliğe kapalı şiiri savunan ve sürdürenler ile anlam açısından kapalı olmayan, herkesin anlayabileceği, daha yenilikçi imgelerin, sanatların, ölçülerin-ölçüsüzlüğün yani serbestliğin savunulduğu bir şiir… Yenilikçiler, klasik şiiri savunan şairleri dogma olarak görmüş, yaptıklarını ve yazdıklarını tasvip etmemişlerdir. Klasik şiiri savunanlar ise bu yeniliklerin, şiirin sonunu getireceğini iddia etmişlerdir. Peki, ne oldu? Şiir bitti, zayıfladı yahut güç kaybına mı uğradı?
Herhangi bir şeyin farklı türlerinin de olması, bu türlerin ayrı ayrı yahut birlikte yürütülmesi o şeye zarar vermez. En net örneğini müzikte gördüğümüz bu sonuç, şiirde de böyledir. Farklı türler, yorumlar, bakışlar… Başta olan kavramı zayıflatmaz aksine daha da güçlendirir.
Günümüzde de karşılaştığımız şiir bitti mi sorusuna İsmet Özel şöyle yanıt veriyor: “Bu olacak bir şey değildir. İnsanın sonuyla şiirin sonu gelir. Çünkü şair, çok fazla insandır. Eğer insan ortadan kalkarsa şair de ortadan kalkar. Şair o kadar fazla insandır ki göze batar. O yüzden şiirin bitmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Maalesef şöyle bir şey vardır. Tarihte sessizlik varsa işler iyi gidiyor demektir. Ama şiir dünyasında sessizlik varsa işler kötüye gidiyor demektir.”
Kısacası bilinçli bir şair ve iyi bir okur şiirin bittiğini, biteceğini iddia etmez. Aksine şiirin, Türk şiirinin mazisini bilir ve âtîsi hakkında çıkarımlarda bulunabilecek düzeydedir.
Düşüncelerimize şimdilik bir nokta koyup şu sorunun cevabıyla uğraşalım: