Şiir’e Ne Oldu “Şiir’in Doğuşu”
Şiir’e Ne Oldu
“Şiir’in Doğuşu”
Geçen haftaki yazımda da bahsettiğim üzere şiir herhangi bir döneme ait değildir, süreçlerden geçerek bugünkü halini almıştır. Günümüz şiirini incelerken, şiirin son yirmi, otuz hatta elli senesine bakmak, bize şiirin tarihi hakkında doğru bilgiler vermez, veremez.
Herhangi bir psikolojik rahatsızlıktan dolayı psikoloğa giden altmışlı yaşlarında bir insan düşünelim. Hemen ardından psikoloğun ona sorabileceği soruları, ondan yapmasını, anlatmasını istediği şeyleri düşünelim. Çocukluk dönemi insanları en çok etkileyen, karakterin şekillenmeye ve daha sonrasında oturmaya başladığı bir dönemdir. Psikolojik rahatsızlıklarımızın altını eşsek, ineceğimiz ve bir şeyler bulup çıkarımlar yapabileceğimiz dönemdir çocukluk dönemimiz. Ne demeye, meseleyi nereye çekmeye çalışıyorum sanırım anladınız. İnsanı, toplumu, düşünceyi… Kısacası anlamlandırmak istediğimiz her kavramı evvela onun doğduğu yere, çevresine sonra sırasıyla çocukluğuna ve yetişkinlik çağına bakarak doğru bir sonuç elde edip anlamlandırabiliriz. Buna göre şiire insan diyorsak –ki şiir insandır, insandandır- ve biz bu insanı anlamak, anlamlandırmak istiyorsak, evvela o insanın nerede doğduğuna ve neler-kimler tarafından büyütüldüğüne, onu bugüne, şimdiki haline gelmesine vesile olan veya sebebiyet veren olayların neler olduğuna dikkatle bakmak gerekir.
İşte ben “Şiir’e Ne Oldu” serisinde bu insanı yani şiiri, şiirimiz inceleyeceğim.
Edebiyatımızda ve kültürümüzde şiire baktığımızda kökleri ta kamlara, baksılara ve ozanlara uzanmaktadır. Yani şiir diğer çoğu milletlerin edebiyatında olduğu gibi bizde de evvela sözlü biçimde başlamıştır. Savlar, sagular, koşuklar ve destanlar bu dönem edebiyatını şekillendiren ve renklendiren türlerdendir.
Sözünü ettiğim kamlar, baksılar ve ozanlar şiirlerini kopuz adı verilen çalgı eşliğinde söylerlerdi. Bunlar gezgin şairlerdir. Dağ, tepe, ırmak demeden muhit muhit gezip şiirlerini okur, gördüklerini anlatır ve insanların dertlerine deva olmaya çalışırlardı. Baksı, ozan ve kamların ayak bastığı yerler uğurlu sayılırdı. Hatta bunun içindir ki “Kaysı yirke devlet kilse baksı bilen ozan kiler” yani “Hangi yerde güzellik ve baht açıklığı varsa, oraya bahşı ile ozan gelmiştir.” Denilmiştir. Sözlü edebiyat denilen bu dönem şiirimizin doğuş dönemi olarak bilinmektedir fakat söylenen şiirler yazıya geçirilmediği için maalesef kaybolup gitmiştir.
En eski Türk şairi olarak bilinen ve Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânu Lugâti’t-Türk’ünde adını zikrettiği Çuçu’dan daha evvel yaşadığı düşünülen, Maniheist dönem Uygur edebiyatından günümüze ulaşan sekiz şiirden ikisinin müellifi olan Aprın Çor Tigin, ilahi üslupla yazmış olduğu Mani övgülü şiiri ile Türk edebiyatının bilinen ilk aşk temalı lirik şiiri “Sevgili”yi kaleme almıştır. Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri adlı eserinde bu şiirlere yer verir.
En eski zamanlardan itibaren insanoğlunun en büyük arzularından biri aşk ile bağlandığı ve eş olarak gördüğü kişiyle mutlu bir yuva kurmaktı. O dönemin şiirlerinde dahi aşk, sevgili, hasret, tanrı ve ruh gibi her dönemin şiirinde kendine yer edinmiş kavramların yanı sıra doğa, askerlik, at sevgisi, kahramanlık gibi kavramlar da açıkça görülebilmektedir. Buradan hareketle şu çıkarımı yapsak herhangi bir yanlış söyleme sebebiyet vermiş olmayız zannımca:
“Şiirin doğuşundan günümüze kadar geçen yüzyılda şiirde değişen şey biçim ve özelliklerdir. Muhteva bakımından herhangi bir kısırlaşma yaşanmamış aksine şiire mevzu olan konular artmış, hâlihazırdaki mevzular ise anlam zenginliği kazanmıştır. Anlatım güçlenmiş, betimleme unsurları artmış ve şiir bir kimlik kazanmıştır.”
Milattan önce 4000’li yıllarda başladığı düşünülen Türk şiiri, yaşanan olaylar ve etkileşimler sebebiyle önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır. Bir sonraki yazımda bu etkileşimlerin ve Türk şiirinin İslâm’la tanışmasını ve şiirde oluşan şekil değişikliklerine değineceğim. Sizlere, yazımın başında ismini zikrettiğim Aprın Çor Tigin’in Sevgili şiiriyle veda ediyorum.
Sevgili (Tercüme)
A…………………………………..
Emsalsiz sevgili
Sevgili canım
Yavuklumu düşünüp hasret çekiyorum
Hasret çektikçe kaşı güzelim
Kavuşmak istiyorum
Öz sevgilimi düşünüyorum
Düşünüp düşünüp durdukça
Sevgilimi öpmek istiyorum
Gideyim desem güzel sevgilim
Gidemiyorum da
Merhametlim
Gireyim desem küçücüğüm
Giremiyorum da
Anber misk kokulum
Nurlu tanrılar buyursun
Yumuşak huylum ile
Birleşerek bir daha ayrılmayalım
Kudretli melekler kuvvet versin
Gözü karam ile
Güle Güle oturalım
(ARAT, R.R., ETŞ s. 20-21)
Gönlünden deryalar akan okyanus gönüllü pınarlar gibisiniz. Sizlerle gurur duyuyoruz.
Çok teşekkür ederim. Eksik olmayın inşallah.