Kurban Tuzağı
Lucifer hakkında daha önce kendi bloğumda yazmıştım esasında. Hikayeyi baştan anlamak için, karakterin bana göre hangi metaforlarla oluşturulduğunu anlamak için velhasıl anlamak için yazmıştım. [1][2]Genel bir anlatımdı ilk yazı, ikincisi ise dizide işlenen belli bir konu üzerine olmuştu. Şimdi ise bir sahne üzerine konuşmaya karar verdim. Tam olarak iki dakika on dokuz saniyelik bir sahne üzerine yazacağım. Bu yazıda gözlemlerim, tecrübelerim, okuduklarım ve dahi dinlediklerim kullanılmaktadır. Bünyeye zarar verecek bütün sözcük ve sözcük grupları ayıklanmıştır. Bilimsellik iddiası olmayan bu yazının, bir kişinin kendi zihninde harmanladıkları olarak değerlendirilmesi talep edilmektedir. Metinleri daha iyi anlamak için lütfen dipnotları ile beraber ele alın. Yer yer alıntılar yaptım. Herhangi bir şeytani örgüte üye değilim, şeytanın bana fısıldamasından da Allah’a sığınırım. Burada anlatılan kötü karakterin iç savaşlarını bizim kendi kötü huylarımızla olan mücadelemiz minvalinde okuyunuz. Kamu spotu bitti. İyi okumalar sevgili okuyucu.
…
Sahneden bahsedelim önce, dördüncü sezon dokuzuncu bölüme ait. Bizimki yani Luci Bey’ciğimiz içindeki nefret duygusunu bastıramadığı için -ki bu nefret sonradan anlayacağı üzere sadece kendisine- bir anda iç yüzünün çirkinliği yani şeytan yüzü ve şeytan bedeni dışarıya görünür olmaya başlıyor. Aynı içinde kendine karşı duyduğu nefreti iyileştiremeyen kişilerin yaptığı gibi diğerlerini kötülemeye ve bütün suçu çevresindekilere yansıtmaya başlıyor. Onlar yüzünden kendisinin bu hale geldiğini anlatacak sözler kullanıyor bölümün farklı sahnelerinde. Çünkü: “Bazı insanlar olumlu, sevgi duygularını ifade etmeyi hiçbir zaman öğrenememişlerdir, o yüzden kavga ve kaos çıkarmak onlara daha kolaydır.”[3]Artık şeytani bedeni tümüyle gizlenemeyen bir hal almaya başlayınca herkesten kaçıp saklanıyor. Bu görünüşünü herkesten gizlemek için kapatmaya çalışıyor. Kimsenin onun bu çirkin yüzünü görmesini istemiyor. İçinin çürümüşlüğünü herkesten bunca zaman saklamış olan karakterimizi olduğu gibi kabul eden elbette -gerçek manada bir kabulden söz ediyorum- Chloe oluyor. Fakat burada inanılmaz bir farkındalık var işte söylenilen bu cümle için yazıyorum yazıyı. Chloe, Lucifer’in bedeninin tamamen şeytana dönmesi yani aslında içinin bütün kötülüğünün, nefretinin, karanlığının dışarı taşmasına şahit olduğu o sahnede Lucifer’in kendisine şunları söylediğini duyuyoruz: “Babama isyan ettiğim o günden bu yana sana nasıl zarar verdiğime baksana. Bana değer veren herkese zehir olmaktan nefret ediyorum” diyor. Yani kendisinden nefret ediyor ve bu nefret artık bedenine yansıyan bir hal almaya başlamış gibi düşünün. Yüzü ve bedeni öyle çirkin ki herkesin ondan kaçmasından bile yine herkesi sorumlu tutuyor. Çünkü “Zorba, korkuyu öfkeye çevirir, kendi sorunları yüzünden herkesi ve her şeyi suçlar. Kendi sorumluluğunu kendisi üstlenmek yerine onları sürekli başkalarına verir.”[4]İnsanların ve en çok da Chloe’nin ondan gitmesinden korku duyarken bununla başa çıkamayıp bunu öfkeye dönüştürüyor. İşte tam da burada ki en can alıcı yeri burası, Chloe aslında sorunun kendisi olmadığını anlatmaya çalışıyor: “Mesele ben değilim.” Mesele burada dışarıdaki uyarıcılar değil gerçekten de. Asıl sorun kendinde bu nefreti büyüten kişilerin algısı. Hayata nasıl baktığı. “Mizacımız bize yapılan davranışa karşı nasıl tepki vereceğimizi kısmen yönlendirir. Aynı ortamda olmalarına rağmen iki çocuk çok farklı tepkiler verebilir. İkisi de tacize uğrayabilir ama biri edilgen davranırken diğeri savaşabilir.”[5]Bu alıntı çok kıymetli. Aynı şeyi yaşayan iki farklı insan farklı tepkiler ve farklı düşünme becerileri sebebiyle takıntı ve travmalarından daha az zarar görebilir mi?
Burada Lucifer en başından beri edilgen bir tavır sergilemişti. Bu tavrı ona Chloe şöyle anlatıyor: “Mesele ben değilim, mesele sensin. Tüm bunların ardında ne olduğuyla uğraşmaktan kaçmak için beni mazeret olarak kullanmana izin vermeyeceğim.” Tanıdık geldi mi? Çevremizdekiler bizi kendi kötülüklerine sebep olarak sunarak kendinden doğan bu karanlığın sebep ve sonucu olarak bizi işaret etmeleri gibi değil mi? Ben bu sahnede Chloe’nin şu cümleyi de söylemesinin isterdim: “Kimse sana zorla böyle hissettiremez. Böyle hissetmeyi sen seçiyorsun. Başkalarını suçlayarak, duygularına takılıp kalarak ve onları silah gibi kullanmak için daha fazla yaralanarak acı çekmeyi seçiyorsun”[6]
Okuduğum bir kitaptan: “Duygusal yönden olgunlaşmamış insanlar, ilişkiyi düzeltmek istemezler ve başkalarına karşı hassas olmalarını gerektiren duygusal işlerden kaçınırlar”[7]. İşte altın vuruş. “Tüm bunların ardında ne olduğu…” bu kısım benim anlatmaya çalıştığım yere denk geliyor. İnsanlar aslında kendiyle alakalı problemleri sanki sorunun kaynağı sizmişsiniz gibi davranıp size yıkmaya çalışıyor ve kendi sorunlarından böyle böyle kaçıyorlar. Ta ki içlerindeki “şeytani görüntü”(bencillik, kabalık, nefret ve karanlıklar) dışarıdan da görünür hale gelene kadar. Sonrasında ise gerçek bir sevgi gördüklerinde o duygunun sevgi olduğundan habersizler. “Severken canını acıtmaya alışkın olan insanlar gerçek sevgiyle karşılaştıklarında onu tanıyamazlar.”[8]
Ne kadar can yakıcı bir sahne ve ne kadar tanıdık konuşmalar. Dizi minvalinde Lucifer’in kendinde hızlı bir gelişme gösterdiğine tanıklık ediyoruz. Fakat gerçek hayatta böyle değil ne yazık ki. İnsanların ne kadar bencil ve kötü olduklarını bize ne kadar zarar verdiklerini onlara anlatmaya çalışsak da görmek istemedikleri sürece kimseye bir şey anlatamayız. Aksine biz iyiliklerini istedikçe bizi tehdit gibi görmeye ve o tehdidi yok etmeye çalışan tepkiler bile aldığımız oluyor. Yardım kabul etmemek, sevgi gösterdiğimizde bunu onlara acıdığımız için yaptığımızı sanmak gibi yanılgılar… Biz kimseyi iyi edemeyiz. İnsanlar iyi olmak isterler ve olurlar. Var olan enerjimizi bizi, varlığımızı, iyiliğimizi, sevgimizi sürekli reddeden diğerlerine göstermektense kendimize döndürmeliyiz. Çünkü kurumuş, ölmüş bir toprağa ne kadar tohum ekerseniz ekin yeşermeyecek. Olan sizin tohumlarınıza olacak.
Sahnenin sonunu söylemedim. Sonunda Lucifer bu konuşmalardan; önce öfkeleniyor yapamadığı için, kendini eksik hissettiği için, bir türlü doğru yolu bulamadığı için… Nasıl yapacağımı bilmiyorum derken görüyoruz kendisini. Ama sonra içine bir rahatlık geliyor ve şunları söylüyor: “Ama bunu istiyorum.” Kendini affetmeyi istiyor, nasıl yapacağını bilmese de ilk adımı atmak istiyor ve değişim tam da burada. Biz de böyleyiz. Devamlı olarak nasıl yapacağımızı düşünmekten ne yapmamız gerektiğine bir türlü kendimizi veremiyoruz. Klişe ifade ile akışa katılamıyoruz. Nasıl olacak, nasıl yapacağım vesveselerinden kurtulamıyoruz. Biz niyet edip adımı attıktan sonra gerisinin geleceğine dair inancımız yok, güvenimiz yok. Burada yaratıcıya olan güvenin sorgulanması gerekir ki bu mevzu bu yazının konusu değil.
Bizler kendimizi (kalp ve zihin) büyütmeye karşı dirençliyiz. Büyümeye niyet etmeliyiz. İlgimizi, enerjimizi, sevgimizi, emeğimizi zaten bizi sürekli reddetmiş olanın üzerinden çekip kendi bünyemizde toplamalıyız. Kendi adına iyiliği istemeyen kimsenin yanında kalamayacağımızı kabul edip herkesi kendi yoluna uğurlamamız gerektiğini bilmeliyiz. Severek okuduğum bir yazının başlığını son cümle olarak paylaşıp yazıyı bitirmek istiyorum.
“Failin bir, kendini kurban görenin iki şeytanı vardır…” Kendimizi kurban tuzağından kurtarmak, tek görevimiz bu.
[1]https://ruzmerre.blogspot.com/2021/09/lucifer.html
[2]https://ruzmerre.blogspot.com/2021/09/luciferin-cehennemi.html
[3]Kurban Tuzağından Kurtulmak, Diane Zimberoff, sa.:97
[4]Kurban Tuzağından Kurtulmak, Diane Zimberoff, sa.:28
[5]Hayatı Yeniden Keşfedin, Jeffrey E. Young- Janet S. Klosko, sa.:50
[6]Kurban Tuzağından Kurtulmak, Diane Zimberoff, sa.:46
[7]Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Yetişkin Çocukları, Lindsay C. Gibson, sa.:95
[8]Kurban Tuzağından Kurtulmak, Diane Zimberoff