Bir Toplumun Uyanışı – İtalyan Yeni Gerçekçilik
“Sinemanın asıl işlevi masal anlatmak değildir.”
Cesare Zavattini
Sinema, izleyiciyi gerçeklikten uzaklaştırır. Seyirciler filmi izlerken, bir anlığına dahi olsa kendi dertlerinden arınır ve izledikleri karakterlerin dertleri ile ilgilenir. Arthur Schopenhauer sanatın, insanları bu özelliği sayesinde acıdan uzaklaştırdığını söylemiştir. Çoğu sinemacı, film yaparken izleyiciyi gerçeklikten uzaklaştırmayı hedefler. Ancak 1940’lı yıllarda bunun tam tersini hedefleyen bir akım ortaya çıktı. İtalyan Yeni Gerçekçilik, orijinal adıyla Neo Realismo…
Mussolini yönetimindeki İtalya ve Hitler yönetimindeki Almanya, dünyayı büyük bir savaşa sürüklemişti. Mussolini, sinemanın güçlü bir propaganda aracı olduğu fark etti ve tıpkı Hitler gibi, insanlara kendi ideolojisini anlatmak amacıyla sinemayı kullanmaya karar verdi. Bunun için büyük yatırımlar yaparak İtalya’da film stüdyoları kurup sinema okulları açtı. Bu stüdyolarda birçok film çekildi. Bu filmlerin tamamında, İtalya’da ihtişamlı yaşamlar süren zengin ailelerin başlarına gelen komik ve mutlu olaylar işleniyordu. Toz pembe hayatları ve sanki savaş hiç çıkmamış gibi davranan insanları izleyen İtalyan halkı bunun etkisine kapılmaya başlamıştı. Bu filmlere “Beyaz Telefon Filmleri” deniyordu.
İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımının tohumları Cinema dergisinde bir araya gelmiş bir grup sinema eleştirmeni tarafından atıldı. Mussolini’nin Beyaz Telefon Filmlerinde daha fazla dayanamayan ekip, bu aldatmacayı bozmak istiyorlardı
Bu eleştirmenler arasında bulunan Roberto Rossellini’nin 1943 yılında çektiği “Roma, Açık Şehir” filmi ile İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımı başlamış oldu. Bu filmden etkilenen diğer yönetmenler aynı teknikleri kullanarak akımı devam ettirdiler
Bu filmlerin bir “akım” olarak görülmesini sağlayan belli özellikleri vardı elbette. Bu özelliklerin başında filmlerin, toplumsal yaşamın sorunlarını ele alması yer alıyordu. Bu şekilde insanlar aslında gerçek dünyanın filmlerde gördükleri gibi güllük gülistanlık olmadığını fark edeceklerdi.
Filmlerin bir diğer önemli özelliği ise stüdyo yerine sokakta çekilmeleriydi. Bunun yanında yapay ışık yerine doğal ışık kullanılıyor ve genellikle amatör oyuncularla çalışılıyordu. Çekimler sessiz olarak yapılıyor, sesler filme dublajla sonradan ekleniyordu.
Bunun yanında hikâyeler sert ve gerçekçi şekilde ilerliyor ve olaylar olabildiğince sade bir şekilde aktarılıyordu.
Bütün bu özellikler, filmleri daha gerçekçi hale getiriyordu. Çünkü bu filmler sadece kurgudan ibaret şeyler değildi. Gerçek dünyayı İtalyan halkına gösteriyorlardı. Hatta bazı çekimler kameralar gizlenerek yapılıyordu. Roma, Açık Şehir filminde gözüken askerler ve direnişçilerin çoğu gerçek asker ve direnişçilerdi. Askerler kameranın onları çektiğini bile bilmiyorlardı. Bu da filmi aşırı gerçekçi kılıyordu
Ancak bu akıma ait olan filmler hiçbir zaman iyi gişe yapamadı… Seyirci sefalet içindeyken kendi gerçeğini para vererek izlemekten kaçınınca akımın ömrü fazla uzun sürmedi.
Ama en sonunda bu filmlerin halk üzerinde gözle görülür bir etkisi oldu ve 10 yıl içinde İtalya ekonomik olarak tekrardan ayağa kalktı.
“Dünyayı kurtaracak olan şey filmler değil, o filmleri izleyecek olan insanlardır” diyor Kieslowski. Sinema, gerçekten büyük bir propaganda aracı ve izleyiciyi manipüle etmek için en uygun mecra. Bir savaşı yok saydıracak, ardından farkına vardıracak kadar etkili…
Her filmin bir ana motivasyonu mevcuttur. Filmi ortaya çıkaran kişiler o filmleri, izleyiciye bir konuda fikirlerini belirtmek için ortaya çıkarmıştır. Sinemanın çok etkin kullanıldığı bu günlerde bir film izlerken, ortaya konmaya çalışan fikrin farkına varmaya çalışın.
İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından olan filmleri izlemek isterseniz küçük bir öneri listesi:
1- Bisiklet Hırsızları (1948 – De Sica)
2- Yer Sarsılıyor (1948 – Visconti)
3- Milano’da Mucize (1951 – De Sica)
4- Roma, Açık Şehir (1943 – Rossellini)
5- Acı Pirinç (1949 – Giuseppe De Santis)
6- Umberto D. (1952 – De Sica)