Dut Yemiş Bülbül
Son günlerde elim ne kitaba ne de kaleme gidiyor. Gözlerim devamlı bir noktaya kilitlenip bakakalıyor. Aklımı yazmak istediğim konular kurcalasa da hemen savuşturuyorum. Bilgisayarın kapağını açmak zor geliyor, devamlı geçiştirmeye bahane arıyorum. Pek çok şeyi böyle erteliyorum ve ertelenenler koca bir yığın olarak karşımda beliriyor. Halının altında yer kalmadı artık süpürülecek. Ensesinden tutulup sürükletilen bir kedi yavrusu gibi isteksizce söylenerek oturuyorum çalışma masasının başına. Oturuyorum, oturuyorum, oturuyorum… Neden oraya oturduğumu da unutuyorum.
Başlarda yaşamaktan yazmaya fırsat bulamıyordum. Güzel olaylar o kadar üst üste geldi ki hangisini kaydedeceğimi şaşırdım. Sonra yazma işini bir kenara bırakmaya karar verdim, ta ki işler kötüye gitmeye başlayana kadar. Nedense insanın aklına yazmak daha çok çıkmazların içine düştüğü zamanlarda geliyor. Kötü günlerde yardımını isteyip iyi günlerde sırt döndüğümüz, unuttuğumuz bir dost gibi… Acaba insan neden dar zamanlarında yazmayı daha çok arzular? Kelime yaralamak demekse de, insan şifayı yine yaradan umuyor. Hakikate yolculuk da böyle değil midir, insan günahıyla, hatasıyla, noksanıyla yükselir bir nevi. Hata var ki hataya pişmanlık var. Yara var ki yaraya kabuk var. Kelimeler kapanmayan bir kesiğin oluk oluk kanarken derinin kendini tamir etmesi gibi tamir ediyor sanki eksik kalmışlığımızı.
Yazmak bir yönüyle de kendine yoldaşlık etmek sanki. Zihnimizde dönenleri aktarıyoruz, sonra bir başkasının bakışıyla yeniden okuyup değerlendiriyoruz. Sonra okuyanlar o yazıya daha farklı perspektiflerden bakıyor ve yorumda bulunuyorlar. Mesele büyüyor, budaklanıyor ve fikri beraberlik belli ölçüde teselli veriyor kimi zaman. Anlaşılamamak çilesini çeken bilir, “İnsan anladığı ve anlaşıldığı insanla çiçek açar.” diyor Zarifoğlu. Belki anlaşılmayı umarak merdiven arıyoruzdur içine düşülen isteksizlik kuyusundan çıkmak için. Bu yüzden mi yazılarımızı yayımlatmak istiyoruz acaba?
Ka’b (ra), pişmanlığını ve imanını “Banet Süâdü” isimli kasidesiyle, diğer adıyla Kaside-i Bürde ile açıklamıştı. Böylece içinde bulunduğu ahvale izahat getirmiş, muhabbetini sunmuştu. Muhabbet gülistanda gülse, yazara da bülbül diyebiliriz belki. Bülbül gülün aşkından bir an yüz çevirip dut yemek gafletine düşmüşse, ötüşünü kesmesi belki de bu sebeptendir.
Elimiz kağıt kaleme veya bilgisayar klavyesine gitsin ya da gitmesin, her an yazı işiyle iştigal ediyoruz zaten. Hüzünlüyken de neşeliyken de kendi kitabımızı yazmakla meşgulüz. En büyük yazar odur ki kimsenin kimseden imza istemediği o çetin günde kitabını sağdan, önden alsın.
Ne güzel yazmışsınız… Aynı duyguları yaşamış biri olarak kendimi buldum satırlarınızda. Kalbinize, kaleminize sağlık…