Firdevs
Eski medresenin bulunduğu sokaktan hızlıca çıkmaya çalışıyorken aniden düşecek gibi oldu. Tam düşeceği sırada medresenin merdivenlerinin buz tutmuş demirliklerine ani bir refleksle tutundu. Soğuktan burnu akmak üzere oluyordu her defasında. Bir iki kere içine çektikten sonra üzerinde gül deseni bulunan mendiliyle sildi burnunu. Üstelik her seferinde okula giderken giydiği lacivert pantolonunun paçaları karın oluşturduğu balçıkla bulanmıştı. Muhtemelen eski bir leke… Farkına varmış mıydı bilinmez. Olanları aldırmadan medresenin yukarısına yöneldi. Teypten Arapça şarkı açan esnafın önünden geçerken her sabah müziğin büyüsüne kapılıp rögar kapağına takılıyordu ayağı. Acaba paçaları bu yüzden mi kirliydi? Bugün yine takılmıştı kapağa ve her zamanki gibi içinden belediyeye hakaretler ediyor, şehri kurtarma fikirleri geçiriyordu. Sokağı bitirince içerisine aşırı şerbet dökülmüş halka tatlı satan seyyar satıcıya selam verdi. Elini sürekli iç cebine götürüp duruyordu istemsizce. Bir şeyler unutmuş havası veriyordu çevresine ama sol göğsünde hissi duyunca bir şey olmamış gibi devam ediyordu yoluna. Cebinde Firdevs’e uzun uzadıya yazdığı mektup vardı. İnsanın içinde yaşadıklarını içine gizlediği şehrin sokaklarında düşürmek istemiyordu mektubu. Bu yüzden gözü gibi bakıyordu mektuba. Ana caddeye bakan okul yolunun bulunduğu merdivenlere doğru gidiyordu. Dilinde arabesk bir şarkıdan nakarat mırıldana mırıldana bakınıyordu etrafa.
“Kimler bırakıp da beni terk etmedi ki
Sende bir kenara at gitsin beni”
Damlara bakış atınca güvercinci yaşlı amcayı gördü. Güvercin uçuruyordu. İçi kıpır kıpır oldu. Arka kapıya doğru döndü. Aklından çıkmıştı Firdevs. Tam dama doğru gidecekken tekrardan göğsündeki kâğıdı hissetti. Adeta yıldırım çarpmışa döndü. Eliyle yaşlı amcaya selam verip yola döndü ve merdivenleri çıkmaya başladı. Merdivenlerin sonundaki okula attığı her adımda kalbi yerinden çıkacakmış gibi hissediyordu. Kış soğuğuna rağmen kulakları sımsıcak, yanakları pespembe olmuştu. Aziz arkadan ayağında kramponlarla koşuyordu. Bir iki kere seslenmişti ona Aziz ama midesi bulandığı için duymazlıktan gelmeye çalıştı. Aziz hızlıca gelip kuşların durumunu sordu ona. Başlatma oğlum şimdi kuşlardan, diye çıkıştı ona. Elleri de titremeye başladı, kış günü terlemişti. Aziz’e dönüp “Aziz kusura bakma ha! Bugün kuş yok cennet var kuşlar cennetten geldi. Hakkını helal et be” deyince Aziz gülmeye başladı. Bu ne hal oğlum kendine gel soğuk terler akıyor her yerinden, dedi Aziz. Hemen kravatını düzetti, birlikte okula girdiler. Okul bahçesinde gözü Firdevs’i arıyordu. Bakmadığı yer kalmamasına rağmen bulamadı Firdevs’i. Aziz işi gücü bırakmış onun baktığı yerlere bakıp olan bitene anlam vermeye çalışıyordu her zamanki gibi. En son dayanamayıp sordu Aziz neyi, kimi aradığını. Uzun bekleyişten sonra Aziz başladı söylenmeye “Yine aynı hikâye mi be hacı? Eridin be oğlum üç sene önce merdivenleri yarım saatte çıkardın kilodan dolayı, bu sene benim gibi oldun. Futbolcu fiziğin var. Gerçekten yeter. Yazık bak…” diye.
Aziz bunları söylerken Firdevs okula girdi yanındaki arkadaşıyla birlikte. Aziz’in gözü kapıdayken kar sessizliğinde aniden sesler başladı. Aziz hemen sesin geldiği yöne doğru doğru yöneldi.
“Sensizim, sana koştum iklimler boyu. Sen kim bilir, rüzgârlı eteklerinle kim bilir hangi iklimdesin? Ben sensiz bu sessizlikle deli gibiyim. Ha unutma! Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.” diye başlamıştı mektubu okumaya. Uzunca bir durdular. Herkes derse girerken o okul kapısından çıkıp elindeki mektup ve zarfla balçıklara basa basa koştu aşağıya doğru. Aziz arkasından “yavaş düşeceksin” diye bağırsa da hızından bir şey eksiltmedi. Nöbetçi öğretmen Aziz’e yaklaştı “Aziz yine mi geldi bu deli?” dedi Aziz’e. Aziz de “Hocam her gün geliyor her gün farklı şiirlerden farklı şarkılardan anlamadığım bir şeyler okuyup gidiyor Firdevs’e bakarak. Anlam veremiyorum ben de ama helal olsun her gün benden erken geliyor doğrusu.” Nöbetçi öğretmen Aziz’e “bu niye böyle” diye sorunca başlamış Aziz anlatmaya “Hocam bu adam küçükken annesini kaybetti. Annesi yaşıyorken bu çocuk benim, sizin gibi akıllı çocuktu. Kalecimizdi mahallede hem de fena değildi yani. Annesi ince hastalığa yakalanınca annesine çok üzüldü. Ölmeden önce de annesi buna sürekli cennette görüşürüz diye söylermiş. Annesi de rahmetli olunca tam üşüttü kafayı. Ne dışarı çıkar oldu ne okula gelir oldu. Güvercinlerin peşinden koşmaya başladı. Her sabah da okula Firdevs’i görmeye gelir. Bana mektubu okur gider. Ben de merak edip sordum bir keresinde niye geliyorsun buraya be oğlum, diye. Cennet kuşlarının getirdiği selamı almaya geliyorum demişti bana. Annesinin adı da Firdevs o sebepten şey ediyor olsa gerek” Nöbetçi öğretmen iyice şaşırmıştı Aziz’in söylediklerine. Ertesi gün okul kapısında beklemeye başladı. Aziz bile gelmişti. O gelmemişti. Derse geçtiler. Dersin ortasında okulun yanındaki camiden sala sesi gelmeye başladı aniden. Bir evlat daha Firdevs’ine kavuşmuştu. Yol kenarında düşen güvercini almaya giderken kamyonet çarpmıştı ona. Kısa bir süre sonra göçmüştü bu âlemden. Öğretmen salayı duyar duymaz gözleri yaşlı bir biçimde tahtaya yazmıştı şu dizeleri:
Analar ölür
Kök salar hasret yüreklere
‘Bir evlat pir olsa da’
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük
Oğullar ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad kabul etmez
Sevgililer ölür
Bir hicret olur ölüm
Bir sıla
Çok güzel ellerine sağlık