İktidarı Devirmek
Geçtiğimiz günlerde küçük bir İstanbul ziyareti yapma fırsatım oldu. Güzel insanlarla tanışıp sohbet ettim. Bu sohbet esnasında da okuduğum şehri sevmediğimden, maneviyatlı bir mazisi olmasına karşın yerli halkın potansiyeli değerlendirmediğinden yakındım. Aradığımı, daha doğrusu yaşadığım şehirde sahip olduğum ortamın aynısını bulamamıştım. Oysa ne hayallerle gelmiştim üniversiteye, tam bir hüsrandı karşılaştığım manzara. İtirazlarım ve şikayetlerimde haklı olduğum taraflar vardı belki, fakat konuyu derinlemesine düşündüğümde içerisinde bulunduğu durumu yanlış yorumladığım kanısına vardım.
Fark edelim ya da etmeyelim, yaşadığımız sosyal çevrede kendimize iktidar alanları inşa ediyoruz. Kimi zaman iyi yaptığımız bir işle, kimi zaman yeteneğimizle, kimi zaman beraberinde bulunduğumuz insanlarla… Bu alan bize konfor sağladığı gibi kendimizi gerçekleştirmenin önüne engel de olabiliyor.
Yaşadığım yerde güzel arkadaşlıklarım vardı. Nispeten küçük bir ilçe olduğu için tanınmak da pek zor değildi. Yerel haber sitelerinde birkaç kez fotoğrafım yayımlanmıştı. Ne zaman bir program düzenlenecek olsa bir şekilde ulaşılırdı. Bu şekilde lise zamanlarında pek çok etkinlik düzenlemiş, güzel projelerde yer almıştım. Az da olsa tanınmış olmanın getirdiği bir konfora sahiptim. Böylelikle ilgimi çeken işlere ulaşmam da zor olmuyordu.
Okuduğum şehre geldiğimde ise sudan çıkmış balığa dönmüştüm tabiri caizse. Yine aynı karşılamayı ummuştum içten içe fakat bulamamıştım. Birtakım mecralara dahil olmak için uğraşıyor, karşılığını alamıyordum. Açıkçası yaşadığım yerde önderliğini yapacağım bir topluluğun içinde dış kapının dış mandalı olarak bulunuyor oluşum nefsime ağır gelmişti. İlmek ilmek dokuduğum, inşa ettiğim iktidar alanımı kaybetmiştim. Şehre alışamamamda bunun da etkisi olduğu su götürmezdi. Artık ilk fırsatta aranan isim değildim. Güzel bir ortamda “İrem’e haber verelim” denilerek hatıra gelmiyordum. Ya sandığım kişi değildim ya da güzel bir sille yemiştim.
Yunus Emre’den Aziz Mahmud Hüdai’ye, sufiler yola ilk olarak benliklerini ezmeye çalışarak çıkmışlar. Kimisi kadı cübbesiyle ciğer satmış, kimi tahsilini bırakıp dergaha odun taşımış. İçinde bulunduğum şartlara karşı üzüntümü dile getirirken belki de benliğimin, egomun zedelenmiş olmasından hayıflanıyordum fark etmeden. İktidarını kaybetmenin en güzel yanı kim olduğunu yeniden keşfe çıkabilmek. Halihazırda, diğer insanların bana giydirdiği bir kaftan yok artık üzerimde. Dostların yanında değilken de kıymete değer misin bakalım İrem Hanım? Hiçbir meziyetin bilinmezken, topluluktaki en “yabancı” kişiyken dahi “belki güzel bir söz işitirim” ümidiyle zor gelse bile katılmaya devam edebilecek misin? Yoksa imkansızlıklardan yakınarak elindeki fırsatları kaçıracak, Allah’ın senden hasıl olmasını istediği hikmeti ıskalayacak mısın?
Hepimizin belli bir iktidar alanı var. Kiminin ilmi, kiminin güzelliği, kiminin arkadaşları… Bazen durup sormak lazım. Elimde avcumda hiçbir şeyim olmadan, apayrı bir diyara gitsem. Nedir beni kıymetli kılacak? Yahut kıymetsiz hissetsem, yanlış toprağa dikilsem dahi yine de filiz verebilir miyim?
Menekşe gibi her mevsim çiçek açabilmekte hüner…