İslam’da Ev ve Şehir Hayatı
Evet, mimarinin de İslamisi vardır. Müslüman evinin yapısının birçok parametresinin olması da buna kanıttır. Peki nedir bu parametreler? Merhum mimar Turgut Cansever, plan düzleminde Müslüman evine yansıyan unsurları nokta atışıyla isabet ettirmiştir. Her birini inceleyerek aslında şimdileri rahatsız olduğumuz her şeyi nasıl bilinçaltımızın anladığını fark edeceğiz. O zaman ne bu yaşadıkça anladığımız ve özlediğimiz unsurlar? Ev demek insanın mağarası demektir. Dönüp dolaşıp ekonomik işlerini hallettikten sonra dinlenmeye, uyumaya yahut vakit geçirmeye geldiği mekanıdır insanın. Yuva ise ancak aile sıcaklığıyla olur. Cansever, plan düzleminde Müslüman evinin unsurlarını anlatırken ilk olarak aile yapısını ve çocukların eğitimini alır. Şimdi bir düşünelim derim. Kaç katlı apartmanlarda yaşıyoruz? En az dört, beş. Artık üst katımızda yaşayan komşumuzun kaç çocuğu olduğuna, eşiyle arasındaki problemlere, saat kaçta uyuduklarına kadar tüm bilgilerine vakıfız; aynı şey alt kat komşumuz ya da yan dairelerimizde yaşayan komşularımız için de geçerli. Hiçbir aile üst üste, yan yana konulmuş kutularda yaşamaya elverişli değildir. Aile, özeldir evet lakin aile hayatı daha da özeldir. Rahatsız olduğumuz üst komşumuzun ya da çocuklarının insanları rahatsız etme düşüncesiyle hareket ettiğini sanmıyorum. Yaşamak dinamik bir eylemdir. Zaman ilerleyip devir değiştikçe hareketleri insanlarca kısıtlanmış bireyler haline geldik. Mutfak sandalyelerimiz ses çıkardı diye kavga eder olduk alt komşumuzla. E bu insanlar bahçesi olan müstakil bir evde yaşasa huzursuzluk yaratacak ne olacak? Sabah kimsenin çocuğunun ağlama sesine maruz kalarak uyanmayacak, gece uyuyamayan bebeklerinin ağlamasıyla uyuyamayacak halde olmayacak. Her aile özeldir ve her ev bir yuvadır.
Biraz içimize döndükten sonra asıl meselemiz Müslüman evinin unsurlarına geri dönelim. Ailenin yapısı kavramını ele alarak başlayalım. Öznesi biz olan empatik bir öngörü dünyası inşa edelim birlikte. Diyelim ki biz bir aile kurmak istiyoruz. Daha evlenmeden yaşayacağımız evi kurmaya başlıyoruz. Evimize aldığımız her eşyada ses çıkarmayacak, rahatsız etmeyecek türden şeyler seçerek başlıyoruz kısıtlanmaya. Eşimizle akşam vakitlerinden sonra duvarları ince ve yalıtımsız binalarda yaşadığımız için film izleyemiyoruz hatta ve hatta bizzat yaşadım terlikle yürüyemiyoruz evimiz dediğimiz kutunun içerisinde. Vakit geliyor, çocuğumuz olunca yahut çocuklarımız, dert daha da büyüyor. Sayısına kadar -ekonomik durumlar hariç- komşumuz karar veriyor. Abartılı bir ifade gibi gelebilir ama değil. Öyle ev sahipleriyle karşılaştım ki üçten çok çocuğu olan ailelere evini ne satıyor ne kiralıyor. Ailenin evinin içine dahil olanlar sadece aile bireyleri olarak kalmıyor maalesef. Ailenin eşyalarına, çocuklarına, apartmana giriş çıkış saatlerine, evine gelen misafirlere kadar komşularımız karar veriyor. Daha en başında hayallerin kısıtlanmasıyla başlıyor yaşamak için denk geldiğimiz devirde yuva kurmak. Her gün bir sorun çıkacak mı diye düşünerek telaşlı yaşıyoruz. Bize hep bir bahçeli müstakil evin hayali kurduruyor yaşadıklarımız. Tek bize mi? Hayır. Elbet diyoruz herkes rahat edecek kendine ait bir evi olsa. Zemini de ona ait, üst katı da, çatısı da. Peyzajı bozulur diye çocuklarının oynayamadığı sınırlı bahçeleri insanın ruhu kabullenemiyor bir kere.
Madem çocuklara geldik ikinci unsur olan çocukların eğitimi unsurunu ele alalım. Bu konu sadece okul bazında düşünebileceğimiz bir durum değil. Çocuk demek ekilmeyi bekleyen boş bir tarla demektir. Bebekliğinden itibaren gelişimini sağlayacak birçok faaliyette bulunmak ve onun da bulunmasını sağlamak gerekir. Çocuk beyninin kabullenemediği davranışlarda zıtlık durumları meydana gelebilir ve bu, çocukta bir tepki oluşturur. Tepki dediğimiz şeyler, ağlama veya bağırmayla sonuçlanır. Sanki daha önce hiç çocuk büyütmemiş gibi davranan komşularınıza karşı çocuklarınızın ağlaması haliyle sizde de tesir edecek durumlar meydana getirir. Normal bir çocuk ağlar, bağırır, tepinir kısacası bizler gibi hareketleri kısıtlanmış değildir ve zaten buna anlam veremezler. Dur dediğimizde durmamaları bize karşı isyankarlık değildir aslında neden durması gerektiğine anlam veremedikleri için durmazlar. Yine aynı konuya geleceğiz. Bir çocuk nasıl büyür? Oynayarak, tecrübe ederek, sosyalleşerek. Bunlardan kaçını çocuklar rahatça yapabiliyorlar bugün? Oynayamaz çünkü koşuyor, oynayamaz çünkü bağırıyor, oynayamaz çünkü zıplıyor. Anne bıkıyor, baba kızıyor, çocuk ağlıyor. Neden? Komşumuz rahatsız olmasın diye. E müstakil bir evde yaşayan bir aile olsak özgürce oynayarak büyüse çocuklarımız, topraktan veya çamurdan heykelcikler yapsa, aile dostunun yaşıt çocuğuyla sosyalleşse evinin bahçesinde ne anne de ne baba da ne çocuk da huzursuzluk olur.
Sıkışmış hissetmiyor muyuz hiç? Yetmiş, seksen metre kare evlerde yaşıyoruz. İki adımlık salonlara ne oturma alanı yapabiliyoruz, ne bir kütüphane. Çocuklara ait odalar desek on metre kare hücreler gibiler. Ruhi bir bunalıma sebep oluyor bu da ailenin her bireyinde. Çocuklarımız büyüyor, genç kızlar, erkekler oluyorlar. Zamanı gelince her biri için ayrı merasimler düzenliyoruz. Aile içinde evlerimizde toplanıyoruz. Güzel günlerimizi evlerimizde ortaklaşa bir çay sofrası eşliğinde geçiriyoruz. Geçiriyorduk. Yedisi, kırkı, sünneti, sözü, nişanı, kınası, düğünü… Aklımıza ne kadar tören geliyorsa artık. Her biri ayrı mekanlarda gerçekleştirilir oldu. Şimdi uygun fiyatı olan üç artı bir dairelerimizde mutlu olmaya çalışıyoruz. Bunlar bir Müslümanın evinde komşuluk haklarına riayetle başlıyor, aile içindeki bireylerin yaşantısındaki özgürlüklerinin kısıtlanmasının sorgulanmasına kadar gidiyor. Fakat bir evin İslami bir ev olmasındaki en önemli unsur mahremiyet şuuru olan bir mekan olmasıdır. Ev olarak mesken bildiğimiz mekan, mahfuz ve mahrem bir mekandır. İslam’da ev, harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelir ve genellikle avlu etrafında teşekkül etmiştir. Bir İslam şehrinde sokakta oturma diye bir durum yoktur. Oturulacak ve toplanılacak yerler mescitler ve evlerdir. Sokak, evlerle tarif edilmiştir. Avlu, evi dış dünyadan muhafaza eder. Bunlar, İslam’da evin sosyolojik ve mimari unsurlarıdır. İslam sadece insani davranışların toplamı olan ilişkiler bütününü sağlayan bir din değildir. İslam, israfa karşıdır; bu yönüyle de iktisadi bir dindir de aynı zamanda. Her türlü kullanılacak malzeme, inşa alanı ve teknoloji de israftan kaçınmak İslami bir davranıştır, gereklidir ve Müslüman’a yakışacak olan ancak israfa mahal vermeyecek uygulamalarda bulunmak olacaktır. Bahsettiğimiz özelliklerden gayrı olarak, İslam evinin, mescidin ilahi güzelliğine sahip olması gerektiği kanaatindeyim. Merhum mimar Turgut Cansever’de bu konuda İslam’da Şehir ve Mimari kitabında bu fikri beyan etmektedir. Evlerimizi güzelleştirelim, Müslüman olduğumuzu ve evimizin de bir mescidimiz olduğunu unutmayalım.
İslam’da evi konuşmuşken aynı doğrultuda evlerin ve diğer farklı işlevdeki yapıların birleşimiyle oluşmuş şehirlerin de kurulmasında esas alınan değerler vardır. Bu değerleri Semih Akşeker, ‘’Mutlu Ev: Evinizi Kurarken Kur’an’ın Öğütlediği 9 Prensip!’’ adlı kitabında detaylı bir şekilde anlatmıştır. Tavsiyemdir. Fakat özet niteliğinde İslam şehirlerinin kurulmasında esas alınması gereken 9 değeri birlikte inceleyelim. Bunlar sırayla şöyledir:
- Adalet: Müslüman halk, asırlar boyu ev ve diğer binaları inşa ederlerken her şeyden önce hesaba çekilme, hesap verebilme endişeleriyle hareket ettiklerinden hak ve hukuka riayeti öncelemişler, gerekirse diğer hususları ötelemişlerdir. Bir Müslüman evini yapmak istediğinde kimse ona evinin yüksekliğini, yoldan çekme mesafelerini, komşu uzaklıklarını gösteren bir evrak vermiyordu. Müslüman halk evini ‘’israf etmeyiniz’’ ayetiyle muktesit hareket ediyor, ‘’yüksek ve gösterişli ev yapanların fena akıbetleri’’ni anlatan kıssalara bakarak sadeliğe kaçıyor, ‘’komşunun ışığını/rüzgarını kapatmayın’’ diyen Hz. Peygamber’in sözüne uyarak evin komşu mesafelerini kendi tayin ediyordu.
- Tevazu: Mimari eserlerde tevazu, sadece basit malzemelerin tercih edilmesi ile sınırlı kalmamıştır, mesela bina ölçeğinde de bu hassasiyet gözetilmiştir. İnsan ölçeğinde inşa etme tavrı tamamen tevazu meselesiyle alakalıdır. ‘’Küçük güzeldir’’ tabiri bizim düşünce dünyamızda bir darbı mesel olmuştur. Bir İslam mahallesinde evler küçük, yükseklikler az, sokaklar dardır. Semt camileri daha küçüktür. Cuma namazı kılınan birkaç büyük selatin camiyi saymazsak şehirlerimizde hiçbir büyük binaya ve anıtsal esere rastlayamazsınız.
- Sadelik: İslam mimarisinin dayandığı en önemli değerlerinden bir diğeri de sadeliktir. Sadelik hemen ilk akla geldiği gibi binayı süslemelerden arındırmak demek değildir. Sadelik, tasarımdan uygulamaya, işlevden malzemeye kadar yapının her safhasında beşeri ihtiraslar karışmaksızın ‘’zaruriyat” ölçüsü ile inşa etme tavrıdır.
- Güzellik: İslam şehirleri istisnasız güzeldir. Böyle bir dinin hakiki mensupları çirkin bir şehre asla razı olmamışlardır. Onların gözlerini bugün olduğu gibi kar ve para hırsları bürümemişti. Güzelliğin ölçüsü, kriteri nedir diye sorulursa en yalın ifadeyle fıtrata uygunluktur. İnsan ölçeğinde yapılmış küçük evlerin ve yine doğal malzemelerle yapılmış sade evlerin insanlar tarafından beğenilmesinin sebebi aslında budur.
- Fanilik Düşüncesi: İslam mimarisinin başından beri teşekkülünde ona en çok tesir eden faktörlerden biri de fanilik düşüncesi olmuştur. Yaratanın bakiliğine mukabil yaratılanların ölümlülüğünü ifade eden bu mefhum, Müslümanı ahiret merkezli bir zihin dünyası kurmaya, mimari ve şehirler dahil maddi hayatın bütün alanlarını bu düşünce ekseninde inşa etmeye doğru yönlendirmiştir. Elbette bu hususta pek çok Kuran ayeti yönlendirici olmuştur.
- Mahremiyet: Kuran, ev için huzur yeri tabirini kullanmaktadır. Mesken ise sakin bir yer demek olup sükunetten gelmektedir. Huzuru sağlayabilecek en mühim ilke mahremiyetin sağlanmasıdır. İnsanların sosyal varlıklar olmalarına ve birlikte yaşamak arzularına rağmen hemen herkesin rahat ve serbest hareket edebileceği müstakil mekanlara ihtiyacı vardır. Fiziki mahremiyeti sağlamada bahçeli müstakil evler ideal çözümdür. Evler hem kapalı hem de avlulu bahçelerle açık alan mahremiyetini sağlar. İnsanlar ancak müstakil mekanlarda hürriyetlerine kavuşurlar ve böyle ortamlarda kendilerini geliştirebilirler.
- Özgünlük: Müslümanlar günlük hayatlarında gayr-ı müslimlere benzememek hususunda bir hassasiyete sahiplerdir. Ancak sıra ev ve ev eşyalarına gelince bu hassasiyet hatıra bile gelmez. Müslümanların kendi değerleri ile uyumlu bir ev mimarisi geliştirmeleri istikballeri adına bir mecburiyettir. Asırlar boyu dünyaya sayısız özgün mimari örnekleri hediye etmiş Müslümanların bugünkü taklitçi tavırları kabul edilebilir değildir. Bugün taklit ettiğimiz apartmanlar 19.yy tipik Fransız evleridir.
- İktisat: Geleneksel Türk-İslam mimarisinin teşkilinde iktisat prensibi temel bir yaklaşım tarzı olmuştur. Evlerde “oda” her fonksiyona cevap veren bir birimdir. Gündüz oturulur, yemek yenir, misafir ağırlanır, gece de gömme dolaplardan yataklar çıkarılarak yatılır. Odalar 24 saat tam verimle kullanılır. Peygamberimiz (sav) “İsrafta hayır yoktur” buyuruyor. Bizler hala 3+1, 4+1 saçmalığına ve aynı tip apartman dairelerini kopyalamaya devam ediyoruz.
- Hüsnü Muhafaza: Emanet hususu Müslümanlığın üç temel şartından biridir. Müslüman yalan söylemez, sözünde durur, emaneti korur. İnsanların nimetler için emanetçi anlayışla yaklaşması tabiat karşısında daha duyarlı davranmasına vesile olur.
“Memnun değilsen kendinden ve alemden yık onları, memnun kalacağın bir biçimde yeniden inşa et.” Muhammed İkbal