Kar Güncesi
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş;
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyam-ı nevbaharı arar…
Geçtiğimiz senelerde nazlı bir gelin edasıyla süzülen kar, bu sene Cenap Şehabettin’in şiirinde olduğu gibi “eşini gaip eyleyen bir kuş” olarak zuhur etti adeta. Yollar kapandı. Bayırlar kaydırak, çatılar sarkıt dolu tuzak haline geldi. Pek çok komik, tatlı ve acı görüntüyle karşılaştık. Bir tarafta kayan arabayı tutmaya çalışırken kendileri kayan ağabeyler, diğer tarafta montsuz, ayakkabısız kalan çocuklar…
Küçükken karı severdim. Yarım saat oynamaya indikten sonra annem camdan seslenir, eve geldiğimde sıcacık saleple karşılardı. Sokağa çıkacağımız zaman atkımızla ağzımızı burnumuzu bir güzel sarardı, öyle ki nefes alamazdık. Soğuğu bir tek eldivenlerimiz oynamaktan ıslanınca hissederdik, o zaman da eve dönme vaktimiz çoktan gelmiş olurdu zaten. Dünyanın tüm çocukları karı böyle sevinçle karşılar sanırdım o zamanlar.
Büyüdük ve karşılaştık dünyanın kirli yüzüyle. Karın o pak safiyeti dahi yetmedi temizlemeye. Yalın ayak, titreyen çocukları gördüğünde sızlamayan kalplere, nasıl anlatacaksın ilahi rahmet tecelli etmeyince?
İdlip’te soğuktan can veren on beş yavrunun acısıyla, bir yandan kadere rıza göstermek gerektiğini kendime ikaz ederek ama diğer yandan da öfkeme ve üzüntüme yenik düşerek sarf ediyorum bu sözleri. Nasıl yetişemedim, nasıl, elim neden ulaşmadı? Yarın mahşerde bu çocuklar sorulunca ne diyeceğim? “Kar topu oynuyordum görmedim” mi? Ya da “İktidar mülteci krizini iyi yönetemedi” mi? “Ülkelerine dönsünler, savaşsınlar” mı? On beş çocuğu görmeyişim için hangi sebebin arkasına sığınacağım?
Allah o kardeşlerimize bu imtihanı uygun gördü, kaderlerini böyle yazdı, amenna. Kendilerine sabır ve afiyetleri için dua ediyorum. Öte yandan onlar gibi pek çok çocuğun da bizim elimizle Allah’ın inayetinin ulaşmasını beklediğini biliyorum.
Ebrehe’nin ordusu Mekke’yi kuşattığında, Efendimiz (sas)’in dedesi Abdulmuttalip, ordunun komutanı Ebrehe ile görüşmüş, develerini istemişti. Bunun üzerine Ebrehe şaşırmış, neden Kabe’nin selameti için yakarmadığını sormuştu. Abdulmuttalip ise hepimizin bildiği yanıtı vermiş, develerinin sahibi kendisi olduğu için onları koruması gerektiğini, Kabe’nin sahibinin ise Allah (cc) olduğunu ve evini koruyacağını dile getirmişti.
Kaderimize ne yazıldıysa onu yaşayacağız. Onların kaderinde kış günü incecik çadırlarda, tek kat esbapla donarak ölmek varsa küresel ısınmanın dahi tesiri olmaz. Allah’ın rahmeti zor durumda kalan kullarına bir şekilde ulaşacak şüphesiz. Bu yalnızca yardım etme değil yardım bulma davası da aynı zamanda. Onların almaya, bizim ise vermeye ihtiyacımız var. Bu rahmete aracı olmak için çabalamak lazım. Verilene olduğu gibi verene de şifa olması temennisiyle…
Mevlana Hz. şöyle söylüyor: “Şems bana bir şey öğretti. Şems bana dedi ki, dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin. Ben de biliyorum ki, yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum.”
Allah bu dünyanın soğuğunu yüreklerimizdeki dua yangınıyla bertaraf edebilmeyi nasip etsin…
“Şems bana dedi ki, dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.”
Okuyoruz, durgunlaşıyoruz, belki biraz utanıyoruz, biraz süre geçiyor, sonra tekrar günlük rutinimize dönüyoruz…