Küçük Kara Balık
“Yılın en uzun gecesi, Çille Gecesi’ydi(…)”
En uzun gecenin, en uzun günlerin, en bitmez zamanların tek bir şartı var esasında. İstemediğimiz şartlar altında yaşamak. İstemediğimiz bir hayat senaryosunun içindeyken her şey uzadıkça uzar; güneş ışınları en uzun açısıyla, bakışlar en yorucu hissiyle sarar dünyayı. İşte böyle bir gecede başlıyor bu masal: “Denizin dibinde yaşlı bir balık, çocukları ve torunları, on iki bin yavru balığı çevresine toplamış onlara masal anlatıyordu.” Anlatılan masallar, dayatılan tabuların şirince halleri. Daha kolay inansınlar, daha kolay itaat etsinler diye.
Samed, bir öğretmen ve dönemi içinde sisteme başkaldırdığından “İran’da hala yasaklı bir yazar” olarak geçiyor internet bilgilerinde fakat İran’da yaşayan bir arkadaşımdan öğrendiğim son haberlere göre kitapları satıştaymış. Yasaklı değilmiş şu an. Yasak vardıysa da yasağın ne zaman kalktığı hakkında bir bilgiye ulaşamadım. Kendisi henüz çok gençken yirmi sekiz yaşında Aras nehri kıyısında ölü bulunuyor ve kimse boğularak öldüğüne inanmıyor. Neyse magazin kısmından sonra gelelim kitaptaki asıl mevzuya. Mevzu biraz ince. Samed’in kullandığı cümleler tabii çeviriden çeviriye fark olsa da manâen o kadar yoğun ki ve bu yoğunluğa rağmen öyle duru ki. Az söz ile çok şey anlatmanın iksirini içmiş gibi yazmış. Bu yetenek, çok fazla eser bırakmadan da uzun yıllar akıllarda nasıl kalınabildiğine dair işaretler veriyor bize. Kitaptaki en sevdiğim alıntı olarak “Bir gün ölümle karşılaşacağım zaten; bu önemli değil. Önemli olan benim yaşamın veya ölümümün başkalarının yaşamını nasıl etkileyeceği…” derken ölümle çok erken yaşta karşılaşacağını muhtemelen o da tahmin etmiyordu. Tam da söylediği gibi yaptı ölümünden sonra başkalarının yaşamını, bıraktığı eserlerle etkiledi.
Gel gelelim bizim haylazın maceralarına. Dinlediği masallardan oldukça etkilenen Kara Balık’ımız küçük olmasına karşın kendinden beklenmeyecek ölçüde büyük laflar ediyor, büyük düşünüyor: “Siz bu göletten hiç dışarı çıkmıyorsunuz ki… Peki, nasıl oluyor da, bütün dünyadan söz edebiliyorsunuz?” Tepki alıyor, dışlanıyor. Ama ne yapıp edip başka sulara akıyor ve dış dünyanın masallarda anlatıldığı gibi olmadığını görüyor. Korkutmak, grupları dizginlemenin tek yolu. Samed, burada masal anlatmıyor. Görün istiyor. Toplumsal tabuların yıkılmaz bir şey olmadığını görün. Merkeze insanı almanın önemini görün. “Benim aklım var, kendim anlıyorum, gözüm var görüyorum” derken sizin de var siz de bakın ve görün diyor. Kapatmayın kendinizi. Biz bunu insanın kendi içinden çıkması olarak da alabilir miyiz? Elbette. Dış dünyalar; kimine göre kendi yaşadığı ilçe dışındaki diğer ilçeler, ötekine göre diğer şehirler, ötekinin ötekisine göre de kendinden farklı insanlar olacaktır. Nereden bilebiliriz?
Kitabı baştan sona anlatmaya niyetim yok ama sonunu söyleyeceğim, bilmek istemeyen devam etmesin bu cümlede sonra. Kitabın sonunda Küçük Kara Balık bir arkadaşını kurtarmak uğruna kendini feda ediyor. Üzücü bir son. Bu kadar açık fikirli birinin masalda da olsa ölmesi insanın canını acıtıyor. Ben de Hayao Miyazaki’nin henüz çocukken okuduğu “Küçük Deniz Kızı” adlı masalın sonunu kabul edememesi gibi bir isyanla Kara Balık’ın sonunu yeniden yazmak istiyorum. Masalı anlatan balık nine ise çocuklara sadece “Artık uyku zamanı geldi, gidin de uyuyun” demekle yetiniyor. “Hadi gidin de uyuyun.”
Ben haydi uyanın demek istiyorum.
Küçük bir Kara Balık’sanız bu kitap size ithaf edildi. Bütün Kara Balık’lara selamlar.