Sahaf Mı? Sahhaf Mı?
صحاف/sahaf kelimesi dilimize Arapçadan geçmiştir, sahife sözcüğünden türetilmiş olan bu kelime ikinci el kitapların alınıp satıldığı kitapçılar için kullanılan bir tabirdir. Bu kelimenin Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmış metinlerde ‘sahhaf” şeklinde de yazıldığını görürüz. Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarından bu yana devam eden sahhaflık, en eski ve kadim mesleklerden biri olarak günümüzde de hala işlevini sürdürmektedir.
Biz bu yazıda sahhafların bir arada toplandığı çarşıların en eskisi ve İstanbul’un Osmanlı döneminden bugüne kadar yaşayabilmiş olan en eski kitapçı çarşısı Beyazıt Sahhaflar Çarşısı’nı ele alacağız.
Türk Edebiyatı’nı Şekillendiren Çarşı
Ali Emiri Efendi, Türk Edebiyatı tarihi bakımından en önemli eserlerin başlıcalarından olan Divanü Lugati’t-Türk’ü tam olarak bu çarşıda tesadüfen bulmuş, 30 lira kadar eserin değerinden çokça az bir ödemeyle ve azıcık da bir kâr karşılığında eseri satın almıştır.
Çarşı adeta Türk romancılarının da uğrak noktalarından birisidir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Beyazıt Meydanı’nı paylaşan Çarşı, burada zamanında dersler veren Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanındaki Mümtaz karakterinin ekseninde de mekan unsuru olarak kullanmıştır.
15. yüzyıldan günümüze kadar uzunca bir geçmişi olan bu Çarşı’nın içerisinde tarihi bir çeşme ve çarşının ortasında da ilk Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika’nın büstü yer almakta.
Mimari gezilerimden birinde, aynı zamanda restorasyon stajımı yaptığım bir dönemde Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde bir kilise adına sanat tarihi raporu için Osmanlı Türkçesi metinler üzerinde bir araştırma yapmaya gitmiştik. O sırada Beyazıt Sahhaflar Çarşısı’nın meydana bakan giriş kapısındaki tahribatlar dikkatimi çekmişti. Müsait zamanımda Çarşı’yla alakalı bilgiler edindim ve Beyazıt Sahhaflar Çarşısı Derneği Başkanı Adil Sarmusak ile iletişime geçerek Çarşı hakkında güncel durumu öğrenmek istedim.
Beyazıt Sahhaflar Çarşısı Derneği Başkanı Adil Sarmusak’ın anlatımıyla Çarşı’nın serüveni;
‘’1458’den 1894 yılına kadar Çarşı, Kapalı Çarşı’nın içerisinde bulunan sahhaflar sokağındaydı. 1894’den sonra bugünkü yerine taşındı. Çarşı, 1950’lere kadar tipik bir Osmanlı çarşısıyken 6-7 Şubat 1950’de çıkan yangında Çarşı maalesef yandı. O zamanın valisi ve belediye başkanı olan Ord. Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay Çarşı’ya el attı, arsalar belediyeye bağışlandı ve Çarşı’yı şu anki haline getirdi. Kültür hizmeti yapıldığından Çarşı’da hak sahibi olan kişilere cüzi bir kirayla 23 Ekim 1952 yılında dükkanlar tekrardan verildi. 1952’den bu yana yapılar hiçbir onarım görmedi.’’
Dernek başkanı Adil Bey’in de dediği gibi Çarşı’nın herhangi bir onarım, restorasyon görmediği aşikar. Üstüne üstlük betonla, pimapen pencerelerle daha da çirkin bir hal alan Çarşı, tipik Osmanlı çarşısı özelliklerinden artık hiçbir unsur barındırmıyordu neredeyse.
Peki Sahhaflar Çarşısı Neden Yapılmış?
Eski zamanlarda medrese eğitimi veren kurumların çevresinde kitap temin edebilecekleri yerler bulunurmuş. Çarşı’nın Kapalı Çarşı’da bulunduğu vakte kadar öğrenciler kitaplarını oradan almışlar. 1894 depreminden sonra Çarşı önceden Hakkaklar Çarşısı olarak bilinen şu anki yerine taşınmış.
Kentsel Dokuda Sahhaflar Çarşısı
1950’de çıkan yangından önce dükkanlar ahşap yapılardı, zarar gören yapıların yerine zamanın revaçta olan malzemesi betonla yapılar yeniden inşa edilmeye başlanınca Çarşı günümüzdeki hali almanın bismillahını çekmişti resmen.
Çarşı’da bugün 23 dükkan bulunmakta, dükkanların da sadece 17’si çift katlı. 69 senede oluşan tahribatlarla ilgili herhangi bir çalışma yapılmamış olması da cabası. Betonarme yapılarda bulunan pencere doğramalıkları yapılırken demir tercih edilmiş fakat işlevini yerine getiremeyen demir doğramalar, beyaz veya kahverengi pimapenlerle yer değiştirmiş. Kullanılmayan pencerelerin de tuğla örgüyle kapatılmış olduğunu görmekteyiz.
Sahhaflar Çarşısı’nın, yıllardır restorasyon görmemiş olması İstanbul’un ve kitapların ruhu adına bir eziyet gibi gelmekte bana. Romantik kavramlar kullanarak olayı egzajere etmek gibi bir derdim yok fakat edebiyatın soluk aldığı yerlerin bu kadar betona gömülmüş ve kitap mezarlığına dönüşmüş olması canımı yakmıyor değil. Hem bir okur hem de bir mimar gözüyle Çarşı’ya baktığımda -ya da yoldan geçen herhangi bir vatandaşın gözüyle kim olduğumun bir önemi yok- kitap bulunan ortamların sıcak ve samimi olması gerektiğini, daha aidiyet hissi vermesi gerektiğini ve bu sebeple de yapılacak bir müdahalede, malzeme seçiminde bu hissiyatı verecek malzemelerin kullanılması fikrimce daha uygun olacaktır. Malzeme ahşap yahut çelik kullanılabilir, önemli olan insanları içine çekecek o aidiyet tünelini oluşturmak. Şu an Çarşı esnafının dükkanlarının bile kendini oraya ait hissettiğini zannetmiyorum. Her bir dükkanın ayrı ayrı renk ve malzemede tabelaları, tenteleri bulunuyor. Çarşı’nın avlusuna adımımızı attığımızda gözümüze ilk çarpan da bu karmaşa oluyor.
Çarşı’nın zamanında yeri değişmiş, deprem ve yangın görmüş olabilir fakat yeniden betonarme bir yapı yapılsa ya da müdahaleler betonarme üzerinden yapılsa bile özgün bir Osmanlı çarşısı tasarımı görmek tarihimizi ve geleneğimizi yaşatmak olur diye düşünüyorum. Yapının bulunduğu konum itibariyle moderne kaçan tasarımların bağlamla alakasız kaçacağı ortada. Strüktür olarak betonarme kullanılması durumunda yapı, kaplamalarla veya Osmanlı’ya ait izlerle yenilendiğinde İstanbul’da gerçek bir sahhaflar çarşısı görecek olacağımıza inanıyorum.
Çarşı restorasyon görmediği gibi online alışveriş karşısında da giderek güç kaybediyor, her canlı dükkan ya da çarşı gibi. Özellikle Beyazıt Sahaflar Çarşısının canlandırılması, belki belediye ya da devletin desteğiyle önce mimari olarak sonra da etkinlikler anlamında daha göz önünde bir yer haline dönüştürülmesi gerekiyor.
kesinlikle katılıyorum, anlam ve önemiyle İstanbul’a ve sahaflar camiasına büyük bir kazanım olacağı kanısındayım.