Şair Tuba Kaplan ile Şiir Kitabı ‘Tek Vuruşta Ölmek’ Üzerine Konuştuk
Evvela Tuba Kaplan Kimdir? Tuba Kaplan, 1988 yılında doğdu. Nüfusu Kütahya’nın Simav ilçesine kayıtlı. Yüksek Öğrenimini SDÜ’ de tamamlayarak İşletme bölümünden mezun oldu. Şiirleri İtibar ve Dergah dergilerinde yayınlandı. Yazılarıyla İtibar, Lacivert, Cins, Kültür Gündemi’nde yer aldı. Evli ve iki çocuk annesi. İstanbul’da yaşıyor.
ilk şiir kitabınız “Tek Vuruşta Ölmek” çıktığından beri neredeyse iki yıl oluyor. İkinci kitap için ne düşünüyorsunuz, çalışmanız var mı?
İlk kitap heyecanı bambaşka bir şey. Emeğinizin somut hale gelmesi, emeği elinizde tutmanız yani mesela ekmek gibi, o ilk anı hiç bir şair unutamaz bence. Şair içinse belirleyici olan ikinci kitap. Her ne kadar ilk kitap çıkarmak “edebiyat piyasası”nda hayli zorlayıcı bir süreç olsa da. İkinci kitap şairin yolda olma halini, devamlılığını gösteren bir şey. İlk kitaptan sonra yazdığım şiirler elbette ikinci kitabı oluşturuyor. Ama okuyucu ve yayın dünyasının belirleyiciliği, şairin dışındaki tüm süreçlerin de ikinci kitaba dair güçlü etkisini unutmamak gerek.
Bir “kadın” ve bir şair olarak “kadın şair” ifadesini nasıl buluyorsunuz? Sizce bu doğru bir ifade mi?
Erkek şair demiyorsak kadın şair demeye gerek yok diye düşünüyorum. Bu soru aslında hep iyi şairler neden erkek sorusunun daha kolay, daha sorulabilir hali. Diğerini açıktan söyleyemeyen size kadın şair der. Halbuki birçok isim sayabiliriz şiiri kendi dilini kurmuş, kendi okuyucusunu oluşturmuş. Şiiri şairini hayat öyküsüne, indirgemek kolaycılık. İyi şiir kendinden söz ettirir. Biz işimize bakalım.
Gençlik dergilerinden takip ettiğiniz dergiler var mı? Şiirlerinizi onlara da göndermeyi düşünür müsünüz?
Bir dönem sıkı fanzin takipçisiydim. Şu sıralar genç isimleri iyi dergilerden takip ediyorum. İtbar’ın mutfağında epey genç var mesela.
Sizce bir şair ne zaman şair olur? Kitapsız şair de olunur mu?
Elbette olunur hatta daha enteresanı kitaplı diye şair olunmaz. Kitabı bir şekilde çıkmıştır, eş dost basmıştır Hatta iyi yayınevindendir ama okuyucuda karşılık bulamaz kitap. Unutulur gider bu konuda zaman belirleyici olacak. İyi şiir her dönem kendinden söz ettirir. Akif gibi mesela.
Kitabınıza gelen tepkiler içinde unutamadığınız bir tepki var mı?
“Ya sen eşi dostu hayatı bildiğimiz şeyleri yazmışsın ben de yazardım” tepkisini unutamamış ve çok sevinmiştim. Çünkü şiirden anladığım tam da bu. İyi şiir aynısını ben de yazardım hissiyatı oluşturan şiirdir zaten.
Yakın çevreniz şiirinizi nasıl karşılıyor? Şiirle ilgilenmeyen arkadaşlarınızın, akrabalarınızın tepkileri nasıl oluyor genelde?
Bir kere herkes saygı duyuyor. Ama herkese şiir yazdığını söylememeli insan çünkü biz millet olarak şiiri çok seviyoruz, bir bakıyorsun cebinden şiir çıkarıyor ben de yazıyorum diyor. (şaka tabi :). Çevrem genelde okumayı seven kişilerle kurulu. Ailem ve arkadaşlarımdan olumlu dönüşler alıyorum. Şiirle ilgilenmeyen biri bile ama bu şiirleri anlıyorum diyor. Yine de şiir değil de hikaye, roman yaz diyenler çok tabi:)
Tek vuruşta ölmeye razı mısınız yoksa hayatın dayak yeme hali olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Aslında buradaki tek vuruş Ömer Halis Demir’den ilhamla alınmış bir karar. Bir de kahraman halkımız elbette. Biz canı tez, arkasını düşünmeyen, hesapsız bir milletiz. Ölüme birden yürüyebiliriz. Kavgaya direk gireriz mesela. Hesapsız. Ölmeye daha var galiba yaşamanın en gerçek kusuru bu bekleyiş. Hayatsa evet iyi yumrukluyor.
Dut, erik, kozalak, portakal, ceviz, papatya, fesleğen, ağaç ve tarla gibi kelimeler şiirinizde öne çıkıyor. Modernite eleştirisi olarak şehirle bir kavganız olduğu belli, şiirinizdeki bu doğa imgelerini bu bağlamda mı değerlendirmemiz gerekir sizce?
Kavga değil yalnızca yaşam tercihim bu yönde sık sık doğaya çıkar uzun vakitler geçiririm ormanda. Ailemle uzun soluklu kamplar yapıyorum. Modern kentlerle, betonlarla herkes gibi alıp veremediğim var tabi. Çalışma masalarına değil ormana inanıyorum demiş biriyim nihayetinde.
Moderniteden kim korkar: “Ekmek sıcak, Allah güzel, sen iyi.”
Şiirinizde diri bir öfke var. Protokole, siyasete, bankalara kızgın görünüyorsunuz. Bu öfkeyi nasıl açıklarsınız?
Protest bir şiir evet. Bu üslupla alakalı. Ya da halk gibi. Ağzına geleni hesapsız söyler bizim insanımız. Yunus ne kadar Türkçedir ve diridir mesela. Benim bir meselem var Akif’ten, Namık Kemal’den bu güne gelen bir davam. Şiir bir siyasettir. Öte yandan bu aralar dinginlik ve doğa aradığım. Protestomu yüzümü insandan ormana çevirerek veriyorum. Rakım yükseldikçe huzur artıyor. Doğa paylaşımcı, kucak açan, aldığından çok veren büyülü bir yer. Henry Thoreau’dan Heiddeger’e herkes haklı çıkıyor yürüdüğümde.
“adam yastığa kafayı koyunca yatıyormuş
yastık nasıl yastık adam nasıl adam” diyorsunuz. Sizce nedir insanı uykusuz bırakması gereken o şey?
Huzursuz bacak sendromu. Bir derdim var bin dermana değişmem meselesi. İnsanların derdi var mı yoksa herkes mutlu olmaya mı çalışıyor? Kadim gelenek mutluluğu aramaz huzuru arar. Mısır’da idamlar, Uygur Türk’leri, çöken binalar, aç insanlar, doğa, gdo’lar, okul ve komşu. İnsan düşünmeli. “Dünyaya alışan şiir yazamaz.” Alışmamalı insan, kaçmalı yani uykun.
Şiirinizdeki bu devrimci dil nasıl oluştu? Şiir dilinizi oluşturan süreçten biraz bahseder misiniz?
Devrimci dil doğru ifade mi bilmiyorum. Ben Müslamanım ve İslam bana haksızlık karşısında susma diyor, “Kalk ve uyar” diyor. Ahlak ve kalemin tercihini bu yönde kullanmaya çalışıyorum. Dostoyevski ne diyor yoksulluğu için? isyanı şöyle onun: “..ve, bütün bunlardan sonra bir de benden sanat yapıtları, duruluk, zorlamasız, öfkesiz şiir bekliyorlar.” Beklemesinler. “Hayır anlatamadım.”
Kitabın satın alma linki buradadır.