Sezai Karakoç Şiirinde Aşk ve Ölüm
Toplumun her kesimine, doktorundan öğrencisine, işçisinden öğretmenine, esnafına ve yöneticisine… Birçoğumuzun hayatına direkt yahut dolaylı olarak dokunan, etkisi altına alan bir şair, mütefekkir… Öyle bir şair ki şiirinde aşkı da fikri de, endişe ve mevsimi de en güzel şekilde işleyen, herhangi bir kavramın şairi olmayan, bir kalıba oturtulup anlam ve anlatım kısırlaşmasına yol açtırılamayacak kadar büyük bir bilge. Evet, üstat Sezai Karakoç’tan bahsediyorum. Rahmetle…
Geçtiğimiz Salı günü rahmet-i Rahman’a, kendi deyimiyle dünya sürgününü tamamlayıp ebediyete, sevgiliye, en sevgiliye kavuştu.
Modern Türk şiiri ve içinde bulunduğu ll. Yeni akımının getirdiği, akımın popüler muhteva ve şekline tutunmamış, tabiri caizse şiiriyle yeni bir yolun önderliğini yapmıştır. Şiirlerinde ve yazılarında İslâm düşüncesini, adeta onunla bütünleşen “diriliş” kavramı ile işlemiştir. Toplumun inanç ve kültür değerlerinden uzaklaşmasına sessiz kalamamıştır. Diriliş Dergisi’nde tefrika ettiği ve sonrasında kitaplaştırılmış “Diriliş Neslinin Amentüsü” kitabında, sanat, ekonomi, devlet, siyaset ve metafizik gibi kavramları, İslam felsefesi düzleminde yorumlayarak ideal aile, ideal toplum ve ideal devleti tasvir etmiştir.
Sezai Karakoç bizleri, okurlarını talebeleri gibi görmüştür. Eserlerindeki dil, anlatı ve takındığı üslup şüphesiz bu durumun en büyük örneği olarak gösterilebilir.
Kaybolmaya yüz tutan, önü kesilen, hakir görülen İslam medeniyetini tekrar yeniden diriltme davasını benimsemiş, ömrünü bu davaya adamıştır. Ona göre, Modernizmin yakıp yıkıp küle çevirdiği bu kültürün ve bilincin, tekrar toparlanmak için kendinde kuvvet bulmak ve harekete geçmek için yegâne tetikleyicisi İslam’dır. Bu toparlanış, kurtuluş ve öze dönüş ancak, bireyden, toplumun en küçük birimi ve temeli olan aileden, koskoca bir cihana kadar düzeni sağlayacak, sömürüye ve haksızlığa karşı, adaletin, ilmin ve düzenin mutlak savunucusu olan İslam’la, İslam medeniyetiyle olacaktır.
***
Şiirini, dönemin popüler muhtevasına, şekline ve anlatım tarzına kapılmadan, özüne ve kültürüne bağlılığını korumuş, hüznünü, sevgisini, özlemini ve eleştirisini kendine has bir dille kurmuştur. Şiirine konu olan kavramları, duyguları ve olayları, özenli bir biçimde, incelikle yorumlamıştır. Karakoç şiirinde insanın eşya, zaman ve mekânla olan bağlantısı güçlüdür. Hem modern hem de geleneksel imgeleri, soyut ve somut halde kullanmıştır. Bir yandan geleneksel klasik şiirin şeklinden ve estetiğinden kopmamış diğer yandan ise Batıda ün kazanmış düşünüş ve sorgulama biçimlerini şiirine yansımıştır. Bu düşünce ve sorgulama biçimlerini de evvela İslami hassasiyet süzgecinden geçirmiştir. Evren ve dünya, modern dünya ile öz, yeni ve eski çatışması şiirlerinde görülür.
Aşk duygusunun en güçlü, en coşkulu yansımalarından biri olan Monna Rosa şiirinde Sezai Karakoç, sevgiliye seslenişini Türk edebiyatında örneğine rastlanamayacak ölçüde bir naiflikte yapmıştır. Onun kavrama yaklaşımı, ele alışı ve işleyişi, klasik ve yeni edebiyatla arasında yoğun bir benzerlik taşımadığından – özgün olduğundan, baktığı göz dünyanın materyalist gözü olmadığından – aşikâr olana değil öze odaklı olduğundan, Karakoç’u döneminin yazar, şair ve düşünürlerinden ayrı bir minvalde değerlendiriyoruz.
“açma pencereni perdeleri çek
Monna Rosa seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek”
(Monna Rosa)
“Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk”
(Köşe)
Sezai Karakoç’un şiirlerindeki ölüm temasının alt metninde, bir korku, ürperti ve yok olma düşüncesi yatmaz. Allah’a ve ahiret gününe inanan, iman etmiş her Müslümanın takınması gereken tavır Karakoç şiirinde kendini gösterir. Ölüm bir yok oluş, son buluş değil, ebedi bir hayatın başlangıcı, dünya sürgününün tamamlanışıdır. Ölüm yeniden dirilmedir, sonsuz bir hayata dirilme… Buna iman etmiş olan Sezai Karakoç’un şiirlerinde, ölüm ve diriliş kelimelerinin birlikte geçtiği, birbirini destekleyen kavramlar olduğu görülmektedir. ‘Ölüm’den Sonra Kalkış’ isimli kitabında ölüme ve ölüm sonrasında bizi bekleyen hayata dair bakışını, düşüncelerini ortaya koyar. “İnsanlığın sonu, daha büyük ve ebedi bir insanlığa dönüşmektir, toza toprağa dönüşmek değil” kitabın son cümlesidir.
Sonbahar değil ilkbahardır
Ölümden sonra ölümsüz hayat vardır
Bulutlar açılır güneş çıkar
Yağmur taneleri inci tanelerine dönüşür
Deniz çalkanır saçar ortaya hazinesini
Anladım onlar ölmediler
Ölüm adına
Ölüm maskesini takınarak
Dönüştüler bir ışığa
(Ölüm-Leyla ve Mecnun)
Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yana
(Ateş Dansı)